BAYRAM VE TATİL!

Allâh’ın sonsuz rahmet tecellîlerinden biri olan mübârek rahmet ayının, cehennemden kurtuluş günlerinin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Yarın da Biiznillâh Ramazan Bayramının birinci gününe ermiş olacağız.
Bir yandan şerefli biz zaman dilimini geride bırakmanın burukluğunu yaşarken, öte yandan da bayram sevincini hissetmeye başladık.
Bir aylık zaman sürecinden sonra, yeni bir döneme girilmektedir. Birkaç günlük sevinç, sonra da normal hayatın devamı. Günler, haftalar, aylar derken ömrü olana yeni bir ramazana daha kavuşma, bu arada tükenen ömür.
Bayramlar, bilindiği üzere sevinç ve huzur günleridir. Tabiî ki bu sevinç sürekli gülüp oynamak, çalıp eğlenmek değildir.
Bayramlar, Kardeşlik duygularının zirveleştiği, dargınların barıştığı veya barıştırıldığı bir muhabbettir. Büyüklerin ziyaret edildiği, küçüklerin sevindirildiği mutluluk pazarıdır.
Bayramlar, sıla hasreti çekenlerin hasretlerinin bir parça da olsa giderildiği kavuşma günleridir. Evlâtlarının yolunu gözleyen, anaların babaların, dedelerin ninelerin, âhir ömürlerinde yaşadıkları saâdet ânlarıdır. Büyüklerin elleri öpülür,hayır duâları alınır, huzur ve sevincin ebedî olması temenni edilir.
Bayram namazları, cemâat olmanın en üst sınırıdır.
Namazla, niyâzla pek alâkası olmayan gâfil müslümanların, senede iki kere bile olsa, bayram namazları ile cennete girme umudu taşımalarından dolayı câmii’lerin en fazla dolup taştığı bir ibâdet gösterisidir.
Bu saydıklarımızın yanında ne yazık ki, günümüz hayat şartlarının çeşitliliği, sürekli gelişen sanayi ve tekniğin sonucu ortaya çıkan rehâvetle beraber, hayatımıza giren sapkınlıkları da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Demek istediğim odur ki, bayram ve tatil anlayışımız da son yıllarda ne yazık ki, kendilerine insanlık öğrettiğimiz, efendisi olduğumuz Avrupalılara benzemeye başladı. Hem de dünyanın her bir yanında müslüman kanı akarken. Yerlerinden yurtlarından olmuş, çaresizlikten ölüm bekleyen milyonlarca kardeşimiz varken.
Külfetli iftar sofralarında midelerimizi doldurup, karınlarımızı şişirirken, arada bir ekranlarda ehli îmânın felâket haberlerini işittiğimizde, dilimizin ucu ile Vah! Yazık olmuş! Gibi samimiyetsiz sızlanmalarla güya üzüntümüzü dile getirmekle sorumluluktan kurtulduğumuzu sanmak. Düzenlenen yardım kampanyalarına 5-10 lira vermekle müslümanları kurtardığını Kadir Gecesi’nde de tesbih namazı (ki aslı astarı yok) kıldığını ve  karşılığında cenneti hak ettiğini düşünmek.
Biraz üzerine gidildiği zaman, adam sende biter mi bu sıkıntılar, her sene hem de ramazanda bir yer çıkıyor gibi sızlanmalar. Bu kadar insanı kurtarmak bize mi düştü gibi yakınmalar.
Kardeşim, yardımsa verdik, görevimizi yaptık, siz hocalara kalsa hayatımız hep başkasını düşünmekle geçecek şeklinde çıkışlar.
Kırk’ta bir tatil yapacağız, ona da bir sürü gerekçe bulup ağzımızın tadını kaçırmayın gibi sitemler.
Tam bu noktada şunu sormak gerekiyor. Kendini Ümmet-i Muhammed olarak tanıtan müslüman kardeşim!
Ashâbından biri şehîd edildiğinde Hz.Peygamber ne yapardı. Bî’ri Mâûna, Recî’, Uhud ve Mûte’de şehîd olan ashâbının arkasından nasıl gözyaşları döktüğü, Adal ve Kare kabilelerine kırk gün boyunca sabah namazından sonra gözyaşları içinde bedduâ ettiğini güvenilir kaynaklardan öğreniyoruz.
Elimizden ne geliyorsa onu yapacağız. Hem maddî, hemde mânevî yardımlarımızı esirgemeyeceğiz. Yarın rollerimizin değişmeyeceğini kim garanti edebilir.
Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz. Bize ne oldu.
Sıla-i rahîm yerine, falan yerden randevu aldık çocuklarla bayramı orada geçireceğiz.
Anamı-babamı cepten aradım. Bayramlarını kutladım. Hayır duâlarını aldım gibi şeytânî telkinlerle kendini kandırmak.
Hiçbir ana-baba kendilerini ziyâret etmeyen, bayramlarını kendi yanlarında geçirmeyen evlâtlarından râzı olmazlar. Mutlaka yanlarında görmek isterler. Evlâtları, torunları gelmeyince de, çaresizlikten telefonda memnunmuş gibi konuşurlar, fakat boyunları bükük, gözleri yaşlı ve mahzundurlar.
Tatil denilince bugün bir kısım müslümanlar ne yazık ki işin gavurcasını benimsemiş durumdalar.
Ana-baba ve akrabâ-i taallûkâttan uzak bir yerde, hanım ve çocuklarla bayram geçirmek, hatta bunu bir fırsat bilmek. Ana-baba ve akrabaları telefonla geçiştirmek sureti ile tatilin hakkını vermek ne kadar îmân ve İslâmla bağdaşır.
Hayat gelip geçicidir. Değişmeyen bir gerçek varsa, o da kim ne yaparsa karşılığını bulacağıdır. Büyüklerimize çektirdiğimiz hasreti, fazlası ile yarın kendimizin çekeceğini unutmayalım. İyi/kötü yaptıklarımız yarın bize yapılacaktır.
Söylediklerimiz mü’min kardeşlerimizedir. Kur’ânla, sünnetle alâkası olmayan, Müslümanlığı sadece sözden ibâret olanlara bir diyeceğimiz yoktur.
Bu fâni hayat er/geç bir gün bitecektir. Önemli olan sonumuzun pişmanlık olmamasıdır.
Bayramla beraber, ramazan ayı boyunca kazandıklarımızı devam ettirmek en büyük gayretimiz olmalıdır.
Bütün gayretimizle dünya peşinde koşarken, aynı hızda ölümün de bize doğru geldiğini unutmayalım. Hep söylenip duruyor ya, bugün yine yollar kan gölüne döndü, Azrâil mes’aîde, trafik canavarı tatil dinlemiyor vb. Hepsi de doğrudur.
Duâlarımızda zulme maruz kardeşlerimizi unutmayalım. Ehl-i îmâna zulmedenleri Kudreti sonsuz olan yüce Rabbimiz islâh etsin, bu mümkün değilse KAHHÂR ismi celîl-i ile kahreylesin.
Ehl-i îmâna da Kur’ân ve sünnet ışığında aydınlanıp uyanmalar nasîb eylesin.
Ehl-i İslâm’ın, ehl-i küfre karşı her sahada gâlibiyet ve hakimiyetini bir ân önce bütün insanlığa göstersin.
Yeni Konya Gazetesi çalışanları ve okuyucuları başta olmak üzere, bütün ehl-i islâm’ın Ramazan Bayramını kutlarım. Yüce Rabbimiz bütün Müslümanların sevincini dâim eylesin. Hânelerimize huzur ve saâdetler, sofralarımıza Halîl İbrâhim (AS) bereketleri ihsân eylesin.
Bir ay sonra buluşmak üzere, Allâh’ın (cc) sonsuz selâm ve rahmeti ebediyyen üzerinize olsun.
 


Yazarın Diğer Yazıları