Dua

Duâ: Davet etmek, yardım talep etmek, itibar etmek, çağırmak, yardım talep etmek, övmek  manalarına geldiği gibi, ibâdete de duâ denmektedir. Zira duâ ibâdetin özüdür.
Duâ: Mü'min bir kulun, Allâh'a karşı olan hiçliğinin ve acziyyetinin itirafıdır.
Duâ denilince, sadece dil ile yapılan duâ anlaşılmamalıdır. Dil ile yapılan duâ, fiiliyâtın programıdır. Kul, dili ile talep ettiği nimetlere kavuşmak için, öncelikle fiilen çalışmalıdır. Bir diğer ifade ile, önce tedbir almalı, sonra tevekkül etmelidir. Talep edilen şeyler için aklın gerektirdiği tedbirler mutlaka alınmalıdır.
Hastalıklardan kurtulmak için sadece duâ ile yetinmek, o hastalığın şifasını aramamak demektir. Önce fiilî duâ olan tıbbî çare aramaktır. Yoksulluktan kurtulmak için sadece dil ile duâ yeterli değildir. Mutlaka çalışıp kazanmak lazımdır. Yani, sünnetullâh denilen Allâh'ın kanunlarına uymak şarttır. Allâh (cc) herşeyi alternatifleriyle/karşılıklarıyla yaratmıştır.
İbâdet yönü ile beraber, duâ'nın, dünyevî ve şahsî hayatımızı ilgilendiren diğer bir yönü de, arzularımızı, hedeflerimizi ifadeye dökmektir. İsteklerimizi şuur haline getirmektir. Rabbimizden dilimizle, sözlü olarak  gerçekleşmesini istediğimiz şeyler için sebeplere başvurmak da, Rabbimizin bizden istediği şeylerdir. Hiçbir âyet ve hadîs-i şerîf'de, dil ile yapılacak olan duâlarla, kişinin isteklerine kavuşabileceği yer almamıştır. Tam tersine Kur'ân'da: 'İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir buyuruluyor.(Necm, 39-40)
Duâ: İbâdettir. Kalplerin gıdasıdır. Kul, acziyyetinin idrâkiyle  Allâh'a ilticâ etmektedir. Allâh katında kulunu değerli kılan da budur. İnsan ne kadar Allâh'a kulluk yaparsa o kadar değerlidir. Kur'ân'ı Kerîm'de de bu hususa dikkat çekilerek buyurulur ki: (Ey Muhammed!) De ki: Duânız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak'. (Furkân, 77)  Hz. Peygamber (sav) 'Duâ ibâdetin kendisidir_ buyurdular ve sonra da şu âyet'i okudular: Rabbiniz şöyle dedi: 'Bana duâ edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir'. (Mü'min, 60)
Duâ'dan sarf-ı nazar etmenin kibir alâmeti olacağı da âyetten anlaşılmaktadır. Çünkü duâ etmemek, aynı zamanda ibâdet etmemek manasına da gelmektedir. Öyle ise duâda samîmî ve ısrarcı olmak da lazımdır. Ne kadar ısrarcı olursak, o kadar da Allâh_a iltica ediyoruz demektir. Allâh elbette ki kulunun bu tavrından razı olur.
İbn-u Ömer'den (ra) rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf'de, Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuşlardır: 'Kime duâ kapısı açılmış ise, ona rahmet kapıları da açılmış demektir. Allâh'a, (dünyevî nimetlerden) kendisinden talep edildiğinde en çok hoşuna giden şey, âfiyettir. Duâ, inen ve inmeyen her çeşit( musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece duâ geri çevirir. Öyle ise sizlere duâ etmek gerekir'. (Tirmizi, Da'avât 112)
Mü'mine duâ kapısının açılmış olması,  Allâh'ın onu çok duâ etmeye muvaffak kılmasıdır. Mü'min bu doğrultuda, kendisine gelen her nimeti Allâh'dan bilmeli, başına gelen her kötülüğü de kendinden bilmelidir. Yani, hayır Allâh'dan, şer de kulun kendisinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim Allâh'ü Teâlâ da bu konuya dikkatimizi çekerek şöyle buyurmaktadır. 'Sana ne iyilik gelirse Allaâh'dandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allâh yeter. (Nisâ, 79)
İnmeyen bir musibete karşı da kalkan olacağı da hadîs-i şerîf'den anlaşılmaktadır. Duânın bereketiyle, henüz gelmemiş olan bir musibet, hafif atlatılabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir
Duâ ile rahmet kapıları açılır. Ya dilediği şeye kavuşur, ya da muhtemel bir musibetten korunur, yahut da bunlara denk bir günahı bağışlanır. Çünkü, Rahmeti sonsuz olan Yüce Rabbimiz kendisine açılan elleri, kendisine yönelen gönülleri ve kendisine yalvaran dilleri aslâ boş çevirmez. Eğer öyle olacak olsaydı, o zaman Allâh (cc) kullarına isteme duygusunu vermezdi. Kul isteyecek, Allâh (cc) da verecek. Ubâde ibn-u Samitden rivâyet edilen bir hadîsde Şöyle buyurulur: 'Yeryüzünde kötülük ve sıla-ı rahmi koparıcı olmamak (akrabalık bağlarını koparmamak) kaydıyla, Allâh_dan  talepde bulunan bir Müslüman yoktur ki Allâh (cc), ona dilediğini vermek veya ondan, onun mislince bir günahı affetmek suretiyle icâbet etmesin. (Tirmizî, Da'avât 126)
Yüce Rabbimiz, kulunun her talebine mutlaka cevap vermektedir. Ancak kul istediği şeyi aynen elde edemeyebilir. Zira kul  Allâh'dan istediği şeyin lehinde veya aleyhinde olup olmadığını bilemez. Sonsuz hikmet sahibi Rabbimiz ise kulunun istediği şeyin hayır veya şer olup olmamasına göre tecellîsını gösterir. İstenen şeyin ya aynını ya da daha iyisini veyahut da aleyhine olacağından başka bir nimetle mukabele eder. Kul bunu ya anlar, ya da anlamaz.
Konuya yarın devam etmek üzere, Yüce Rabbimiz, duâlarımızı makbul ve müstecâp duâlar zümresine ilhâk eylesin.


Yazarın Diğer Yazıları