Dua II

Allâh’ü  Azîm’üşşân (cc), kullarına vermeyi vadettiğine göre, mü’minlerin de bu hususta hiç şüphe etmemeleri gerekir. Resûlullâh (sav) efendimiz de, Kur’ânî beyanın garantisini vermiştir.
Bakara Sûresi 186. Âyette şöyle buyurulur:  ‘Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana duâ edince,duâ edenin duâsına cevap veririm. O halde,doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler’.
Mü’min bir kul, yapacağı duâya Allâh’ın ânında cevap vereceğini bilmesi ne büyük saâdettir. Kâinatın yaratıcısı, sınırsız güç ve kudretin sahibi olan Yüceler Yücesi olan Allâh (cc): ‘Ben kulumun davetini kabul ediyorum, o halde o da benim davetime uysun ve bana inansın’ buyuruyor.
Allâh’ın, kuluna ihtiyacı mı var. Elbette hayır. Ancak Allâh (cc) sonsuz rahmetinin gereği olarak, kulunun menfaatine olarak, onun doğru yolu bulması, iki cihanda mutlu olması için, kulunun kendisine ilticâ etmesini istemektedir.
Kâf Sûresi 16. Âyetinde: ‘Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız’. Duânın önemini anlamak için, sadece bu âyet üzerinde düşünmek bile yeterli olacaktır. Mâdem ki Allâh (cc), kuluna şah damarından daha yakındır. O halde mü’min Rabbine duâ ederken hiçbir şüpheye gerek kalmadan, duâsının, Allâh’a ulaştığından emîn olmalı ve araya aracılar sokmamalıdır. Elmalılı Merhûm Hamdi Efendi de söz  konusu âyetin meâli ile ilgili şöyle bir îzâhta bulunur: ‘Kulum vasıtaya duâ vaktinden başkasında muhtaç olabilirse de, duâ vaktinde benimle, onun arasında vasıta yoktur. Ben ona böyle yakınım’. (Elmalılı, I, 665-666) ‘Ben yakınım..’buyurarak, Allâh (cc), kulu ile kendisi arasına bir vasıtanın girmesini istememektedir.  
İnsanoğlu genel yapısı itibarı ile hissî ve aceleci davranır. Duâda da aynı şekilde hareket eder. Kimi durumlarda insan, hem kendi aleyhine, hem de yakınları aleyhine bedduâ edebiliyor. Mesela, bir sıkıntı ile karşılaştığında ‘Allah’ım! Canımı al da kurtulayım’ diyebiliyor. Halbuki o esnâda ölmüş olsa kurtuluşa erecek mi? Uzun vadede aleyhine tecelli edecek şeyleri isteyebilir. Netîcede ise üzülen yine kendisi olacaktır. Böyle bir duruma düşmemek için  Yüce Rabbimiz bizi şöyle uyarmaktadır: ‘İnsan hayra duâ eder gibi, şerre de duâ eder. İnsan çok acelecidir’. (İsrâ, 11) Bir başka âyette ise: ‘Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allâh bilir, siz bilmezsiniz’. (Bakara, 216)
Genelde insanın her hoşuna giden şeyde bir hayır, her sevmediği şeyde de bir şer olacak diye bir kural yoktur. Âyette de buyurulduğu üzere kişinin hoşuna giden şeylerde şer, hoşlanmadığında da hayır olabilmektedir. Her ne kadar âyette savaştan bahsediliyorsa da, nüzul hususî, hüküm umûmî kâidesince; genel bir ilke anlatılmaktadır. Yani, insanın her istediği şeyde yarar, her istemediğinde de zarar olsaydı, o zaman imtihanın bir özelliği olmazdı.
En makbul duâ ve zamanları nelerdir?
Hz. Ebû Hureyre (ra)den: Resûlullâh (sav) buyurdular ki: ‘Her gece Rabbimiz, gecenin son üçte biri girince dünya semasına iner ve: ‘Kim bana duâ ediyorsa, ona icâbet edeyim. Kim benden bir şey istemişse, ona vereyim. Kim bana istiğfarda bulunursa onu bağışlayayım’ der’.  (Buhârî, Tevhîd 35)
Allâh’ın, dünya semâ’sına inmesini ifade eden rivâyetler, nerede ise tevâtür derecesindedir. İnme vakti ile ilgili olarak, hadîs-i şerîflerde farklı zaman dilimlerinden bahsedilmektedir. Cuma gecesi, gecenin üçte ikisi gitti mi, her gece, gecenin yarısı, gecenin son üçte biri gibi. Allâh’ın (cc) yeryüzüne inmesi mecâz bir ifadedir. Hakikat olarak anlamak mümkün değildir. Allâh’a mekân tahsis edilemez.
Burada kast olunan inme tabirleri, tamamen Allâh’ın rahmeti ile tecelli etmesidir. Nitekim duânın belli bir vakti olmamakla beraber, bu zaman dilimi Âli İmrân Sûresinin 17. Âyetinde, seher vakti olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allâh yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allâh’dan)  bağışlanma dileyenlerdir’. Hâl odur ki seherlerde insanların çoğunun gaflettedir. Gerçek mü’min bu gaflet ânında nefsine ve şeytana bir tekme vurup kalkar. Sabah namazını kılar ve Rabbine ihlâs ve samimiyetle duâ eder. Allâh da o kuluna rahmeti ile tecelli eder. Tabiî ki cemâatte rahmet vardır.
En makbul duâ hangisidir? Şeklindeki Hz. Peygamber (sav): ‘Gecenin sonunda yapılan duâ ile, farz namazların ardından yapılan duâlardır’ buyurmuştur. (Tirmizî, Da’avât 80)
Duâların makbul ve müstecâb olması için âyet ve hadîslerden çıkan sonuç şudur: Kul, ibâdetlerini tam yapacak, haramlardan kesinlikle kaçınacak, duâda ısrarcı olacak, Ümitsizliğe düşmeyecektir. Gerekli tedbirleri alacak, sonra tevekkül edecektir. Sıla-i Rahîm’e dikkat edecektir. Zîrâ  ‘Akrabalarıyla bağını koparan, Allâh ile de bağını koparmış olur’buyuruyor Yüce Peygamber.
Yüce Rabbimiz, cümlemizi, duâları makbul olan ve makbul olanların duâlarını alanlardan eylesin.


Yazarın Diğer Yazıları