Helal Rızık

Bir mü’minin en önemli vasıflarından birisi de hiç şüphesiz ki yediğine içtiğine dikkat etmesi, helal kazanç sahibi olmasıdır.
Dînî bir terim olarak Helâl: Şer’ân hakkında yasaklama veya sınırlama olmayan bir davranışın dînî-hukûkî hükmünü ifade eder, mubaf veya caiz diye de tabir edilir. Kişinin bilinçli olarak yaptığı el emeği, göz nuru ve alın teri ile kazanılan her türlü meşru edinimler helâldir. Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyet’de genelde bütün insanlık, özelde de mü’minler için helâlinden yemeye-içmeye dair tavsiyeler/teşvikler vardır. Bakara Sûresi 168.âyet: ‘Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.
Şeytanın en önemli özelliği mü’minlere haramı sevdirmek ve Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırmaktır. Bu sebeble mü’min şeytana karşı uyarılmakta, onun apaçık bir düşman olduğu vurgulanmaktadır.
Peygamberimiz (sav) de bir Hadîs-i Şerîflerinde: ‘Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir  rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud (a.s) da kendi el emeğinden yerdi’buyurmaktadır.
Mü’min için kısa yoldan, alnı terlemeden kazanç sağlamak diye bir şey yoktur. Tabiî ki mü’min aklıyla, ilmiyle, el becerileriyle hâsılı üretebildiği hertürlü değerlerle kazanç sağlayacaktır. Yeter ki başkalarının hakkına tecâvüz etmemiş olsun.
Yüce Allâh varlık âlemini yaratırken, her canlının rızkını da yaratmıştır. İnsan için ise yeryüzünde olanların hepsini emrine vermiş ve şöyle buyurmuştur. ‘O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök olarak düzenleyendir.O, herşeyi hakkıyla bilendir.’(Bakara 29)
Mü’min, Allâh’a tam manasıyle güvenen olduğu için, çalışıp tevekkül ettiği takdirde Allâh’ın kendisinin rızkına kefil olduğunu da bilir. Harama asla tevessül etmez. Batıl yollara sapmaz. Kendi haram yemediği gibi, başkasının haram yemesine de razı olmaz. Allâh’ın şu kelâmını kendisine prensip edinir. ‘Ey imân edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allâh size karşı çok merhametlidir.(Nisâ-29)
Âyet’i Kerîme’de: ‘Kendinizi helâk etmeyin’ ifadesi; haramla kişinin dünyada rezil, ahirette de  azaba maruz kalınacağına bir işarettir. İnsanlık tarihi boyunca, haramdan kazanıp bahtiyar olan çıkmamıştır. Yine aynı şekilde helalinden kazanıp da sefil olan da görülmemiştir.
Helâl rızık yolunda çalışmak, kişiyi yücelteceği gibi, Allâh katında da değerinin artmasına vesile olur. Bunun sonucu olarak da dualarının makbul ve müstecab olmasına nail olur. Zaten duaların kabulü için helal lokma şarttır. Helal rızıkla hayatını devam ettiren insan adeta melekleşir. Bu durumda takva sahibi olmak, her anında Allâh’ın denetiminde olduğunu bilmek gerekir. Böyle bir insandan da zaten şer zuhur etmez. Kıt kanaat bile yaşasa huzurlu olur. Bu da Allâh’ın kendisine bir ikramıdır.
Haram kazancın hiçbir hayrı olmayacağı gibi, tam tersine insana için için sıkıntı verir. Allâh katında hiçbir duası ve ameli kabul edilmez. Hatta bir Hadîs-i Şerif’de şöyle buyurulur. ‘Bir kimse (Allâh yolunda) uzun bir sefere çıkar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette, Yâ Rabbi! Yâ Rabbi diyerek ellerini gökyüzüne açar. Halbuki onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duâsı nasıl kabul edilir’.
Dikkkat edilmesi gereken bir mesele de şudur. Haramların sayısı sınırlıdır. Bazılarının bir cehâlet eseri olarak o haram, bu haram, her şey haram gibi sözlere de itibar etmemek gerekir. Nitekim Âraf Sûresi 32. Ve 33. Âyetlerinde şöyle buyurulur: ‘De ki: Allâh’ın kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz. De ki: Rabbin ancak, açık ve gizli çirkin işleri, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi, Allâh’a ortak koşmanızı ve Allâh’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Peygamber (sav) de: Şüphesiz helâl de belli, haram da. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Şüpheli şeylerden sakınan kimse, dînini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan kimse harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır.. Unutmayın ki, Allâh’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.
Dînimizde haramlardan sakınalım derken, helalleri yasaklamak da yoktur. Hz. Peygamber (sav) zamanında bile bazı mü’minlerin zühd-takva yarışına girdikleri, bunun sonucunda da dünyadan el, etek çektikleri görülmektedir. Zâhidâne bir hayat arzusu içinde, özellikle yeme, içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatında mahrumiyeti esas aldıkları olmuştur. Bu durum, hem kendilerinin, hem de âile ferdlerinin sıkıntıya düşmelerine sebep olmuş ve neticede Hz.Peygamber (sav) tarafından uyarılmışlardır. Mâide Sûresinin 87-88. âyetlerinde bu hususa da dikkat çekilerek şöyle buyurulmuştur. ‘Ey iman edenler! Allâh’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allâh’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allâh haddi aşanları sevmez. Allâh’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allâh’a karşı gelmekten sakının’.
Her Müslüman, helâl rızkın, diğer ibâdetler gibi kulluk borcu olduğunu bilmelidir.
Helâl rızıkla yaşayıp, yaşatanlara ne mutlu!


Yazarın Diğer Yazıları