Iskat-ı Salat Ve Devir-1- (Namaz Borcunu Düşürme Meselesi)

En çok sorulan sorulardan biri de ‘Iskâtı Salât’ yani namaz borçlarının sadaka ile ödenebileceği meselesidir. Bunun aslı var mıdır, varsa neden ihtlâf edilmektedir? Vs. Bu sorular üzerine, konu ile ilgili yazmak mecburiyeti doğdu. Iskât: Kelime olarak düşürmek demektir. Dînî manada ise, kişinin sağlığında edâ edemediği,namaz, oruç, kurban, adak, keffaret vb. dînî mükellefiyetlerinin ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtarılması anlamına gelir. Bakara sûresi 183. Âyet’inde: ‘Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir’ buyurulmaktadır. Bu âyet’in hükmüne göre, oruca dayanamayan veya mazeretleri sebebi ile, ramazanda ve diğer zamanlarda devamlı olarak oruç tutmaktan âciz kimselerin, her bir oruç için fidye ödemeleri yeterlidir. Âlimlerin çoğuna (cumhûr’u ulemâ) göre zikredilen âyet’i kerîme’de, oruç yerine fidye ödenmesi hükmüne sebep olan illetin ‘âcizlik’ olduğuna hükmederek, mazeretli veya mazeretsiz orucunu tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin, oruç borçları için de fidye ödenebileceğini, hatta bu kimselerin bu konuda vasiyette bulunmalarının gerektiğini ifade etmişlerdir. Zira ölen kimse de artık oruç tutmaktan âcizdir. O halde bunların durumu, tutamadıkları oruca karşı fidye vermeleri âyet’le (nâss) sabit olan kişilerin durumuna kıyas edilebilir. Ölenin bu konuda vasiyeti varsa, bu kıyas hükmü daha da kuvvetlenmiş olur. Görüldüğü üzere, devamlı olarak oruç tutmaktan âciz kalan kimselerin oruç yerine fidye ödemeleri âyet’le (nâss) sabittir. Çeşitli sebeplerle oruç tutmamış ve kaza da etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için fidye ödenmesi ise, ölümle artık bunların kazası konusunda imkânsızlık meydana geldiği için, âyet’in hükmüne kıyâs edilmiştir. Yapılan Kıyâs’a göre, çeşitli mazeretlerle oruç tutamamış ve kaza edecek zaman ve fırsat bulduğu halde kaza da etmemiş olan bir kimse ölüm esnâsında, eğer malı varsa,borçlu olduğu her gün için fakire her gün için fakire bir fidye verilmesini vasiyet etmelidir. Bu takdirde defin masrafı ve varsa borçları düşüldükten sonra kalan mirâs’ın üçte birinden, bu vasiyetin yerine getirilmesi gerekir. Terekenin kalanı ise vârislerin hakkıdır. Eğer vasiyet yoksa, mirâsçılar bunu yapmağa mecbur değillerdir. Mirâsçılar eğer isterlerse mirâs malından, mirâs bırakmamış veya bırakılan mirâs yetmezse, kendi mallarından teberrûken verebilirler. Böylece hem ölen kişinin oruç fidyesini ödemiş olurlar, hem de kendileri sevaba nâil olurlar. Oruç için anlatıldığı şekilde yapılan ıskât, dînî hükümlere uygundur. Zaten âyetle de sabittir. Iskât-ı Salât/namaz borcunu düşürme meselesine gelince: Ne Kur’ân’ı Kerîm’de, ne de hadîs-i şerîflerde, yani dînin iki temel kaynağında, namaz borçlarının fidye ile ödenebileceğine dair bir işaret bile yoktur. Tam tersine namaz kılmayanların görecekleri azâb’dan bahsedilir. İbâdetler birbirlerinden bağımsızdırlar. Tıpkı bağımsız devletler gibi. Bu sebeple namaz ile oruç’un birbirine benzeyen bir tarafı da yoktur. Bundan dolayı namazı, oruca kıyaslamak da mümkün değildir. Oruç ıskâtına kıyasen namaz borçlarının da ıskâtı/düşürülmesi imkansızdır. Aslında kolaylık ve zorluk yönü ile de, ister edâ, ister kaza olsun namaz, hiçbir zaman oruç gibi değerlendirilemez ve değerlendirilmemiştir de. Zira abdest alamayanın teyemmümle, ayakta duramayanın veya oturamayanın yattığı yerde sadece başı ile îmâ ederek namaz kılması mümkündür. Îmâ ile de namaz kılmaktan âciz olan kimseler, kaza imkanı bulamadan ölecek olurlarsa sorumlu olmazlar. Bu arada câmii’lerimizin sandalye, tabure vs doldurularak âdetâ kiliseye benzemeye başladığını da üzülerek müşâhade etmekteyiz. Sonu bakalım nereye varacak. 14 asırdır böyle bir şeye tevessül edilmemişken ecdâdımız bilmiyorlar mıydı? Neyse.. Bu ayrı bir başlıkta değerlendirilmesi gereken bir konu. Oruç ibâdeti, meşakkatli bir ibadettir. Her otuz üç yılda bir tur atarak senenin bütün mevsimlerini dolaşmaktadır. Kışın kısa günleri, yazın uzun ve sıcak günleri gibi çetin ve zorlu mevsimlere gelmektedir. Buna binâen belirli mazeretlerle ertelenmesi de câizdir. Kaza edilebilir. Kaza da edilemezse her bir gün için, bir yoksul doyumu fidye verilir. Namaz için böyle bir şey söz konusu değildir. Mü’min, aklı başında olduğu müddetçe namazını kılmak edâ etmek zorundadır. Bundan kurtuluş yoktur. Ne Kur’ân, ne de sünnette namazın kaza edilebileceğine dair bir kinâye bile yoktur. Hz. Peygamber (sav), vaktinde edâ edemediği namazları yine aynı gün içinde akşamdan sonra edâ olarak kılmışlardır. Hiçbir zaman Resûlullâh (sav) devresi güne namaz bırakmamıştır. Konuya yarın ‘DEVİR’ meselesi ile devam etmek üzere, Yüce Rabbimiz cümlemizi ehl’i salât olanlardan eylesin.


Yazarın Diğer Yazıları