Kişinin İyiliği Lehine, Kötülüğü de Mutlaka Aleyhinedir

İyilik ve kötülük, hayır ve şer, insanın yaratılışında var olan değerlerdir. İnsanlık târihi boyunca da tartışılan bir mesele olmuştur.
Yarattıklarını en iyi bilen Yüce Yaratıcı, birçok âyet-i kerimede aydınlatıcı bilgiler vermiştir.Âyetler akl-ı selîm ile incelendiğinde, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bize gerçeği göstermektedir. Ayrıca hadîs-i şerîfler ve yaşanan olaylar da insanın iyi veya kötü olmada ne kadar hür olduğunu bildirmektedir.
Yüce Allâh (CC) her insana, hayır ve şerri işleme konusunda irâde vermiş ve seçimine göre de sorumlu tutacağını birçok âyette bildirmiştir. Ancak, genelde insan nefsi emmâre ve şeytanın da aldatması ile, iyilikleri kendinden bilir, kötülükleri de Allâh'ın takdîrıne bağlar.
İnsanın iyilik ve kötülük yapmadaki kâbiliyeti, Kur'ân-ı Kerîm'de 'En yüce ve en aşağı' şeklinde ifade edilmektedir. Tîn Sûresi 4-5. Âyetlerinde şöyle buyurulur: 'Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik'
İlk bakışta, sanki Allâh (CC) insana müdahale ediyormuş gibi görünmektedir. Halbuki insanın öncelikle en mükemmel bir şekilde yaratıldığı anlatılmaktadır. Kendisine verilen değerin kıymetini bilmediği ve sorumsuzluğunun sonucu olarak da sefillerin sefili olarak cezasının verildiğine işaret edilmektedir.
Bakara Sûresinin 286. Âyeti'nde konu daha açık bir şekilde ifade edilerek buyurulur ki: 'Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek duâ ediniz) Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla. Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et'
Hata yapmak, kötülüğe bulaşmak insan olmanın gereği olduğu için, Yüce Rabbimiz, işâreten hemen kendisine yönelmemizi ve bağışlanmamızı istemektedir. Bir başka âyette ise: 'Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir' buyurularak, insan azminin iyilik üzere olmasına işaret edilmektedir.
Çok dikkat edeilmesi gereken bir husus da şudur. Bazı âyet-i kerîmelerde: Allâh'ın saptırdığına hidâyet edecek yoktur, hidâyet ettiğini de saptıracak yoktur'buyurulmaktadır. Bu tür anlatımlar, insanın niyet ve fiilinin sonucunu ifade etmektedir. Yoksa başta insanın hak veya dalâlet üzere yaşamasına Allâh karar vermiş olsaydı, bu kadar iyiliği emredip, kötülükten sakındıran âyetlere ne gerek vardı. Daha da ötesi, kulluğun ne manası kalırdı. Nitekim Fussilet Sûresi 46. Âyet-i  Kerîmesinde: 'Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.Rabbin kullara (zerre kadar)zulmedici değildir.'Buyurularak insan irâdesine ve sonucuna dikkat çekilmektedir.


Kişi, iyi bir iş yapar ve iyilikle anıldığı zaman hemen sahiplenerek övünür ve ben böyleyim diye sevincini izhâr eder/gösterir. Fakat aynı kişi, bir kötülük yapsa ve kötülükle anılsa, hemen savunmaya geçer türlü bahaneler bulur ve işi kadere havale eder. Allâh'ın takdiri böyle imiş, ne yapalım alın yazımız bu imiş gibi mazeretler üretirler. Hapse düşenlerin genelde sığınakları genelde hep aynı bahanedir. Bu sebeble kendilerini 'Kader kurbanları' diye nitelerler. Hapse düşmelerine neden olan suçu işlerken ise güya doğru bir iş yaptılar, akıllı davrandılar, güçlerini ispatladılar. Kader ise hiç akıllarından bile geçmez. Yanlış anlaşılmasın, hapse düşenlere oh olsun demiyoruz. Allâh kimseyi düşürmesin. Fakat realite/gerçek böyle.


Allâh (CC) kullarına kötülük yapmak, musibete mâruz bırakmak istemez. Bunun için hayır ve şer yollarını birçok âyet-i kerîme'de bildirdiği gibi, bizlere rehber olarak gönderdiği peygamberlerin hayatlarıyla da pratik olarak göstermiştir. Nisâ Sûresi 79. Âyet'inde: ' Sana ne iyilik gelirse Allâh'tandır. Sana ne kötülük  gelirse kendindendir' Buyurulmak suretiyle kötülük sebebinin insan olduğuna işaret edilmektedir.


Konumuzla ilgili 'Ne edersen, kendine edersin' darb-ı mesel'inde anlatıldığına göre: 'Cimri bir kadının kapısına dilenci bir kadın gelmiş. O sırada evsahibi kadın ocakta taze ekmek yapıyormuş. Dilenci kadın sıcak ekmek kokusunu alınca, ekmek istemiş, isterken de bir yerden duyduğu cümleyi söyleyerek istemiş. 'Allâh rızâsı için bir ekmek ver, çok güzel kokuyor, ne edersen kendine edersin.' Ev sahibi kadın bu söze sinirlenmiş. Sıcak ekmeğin içini zehirle doldurup dilenci kadına vermiş. Allâh ne murâdın varsa versin diyerek gitmiş. Ev sahibi kadın alaylı bakışla dilencinin arkasından gülmüş ve 'Kendime ne edeceğim! Biraz sonra sen o ekmeği yiyince gebereceksin diye söylenerek kapısını örtmüş. Dilenci kadın, köyün dışındaki bir çeşme başına oturup, o burnuna mis gibi kokan ekmeği iştahla yiyeceği sırada bir asker belirmiş. Aç, sefil, yorgun ve bitkin asker dilenci kadından yiyecek bir şeyler istemiş. Kadın askerin durumuna bakmış, biraz da acıyarak, az almış olduğu sıcak ekmeği askere vermiş. Çok acıkmış olan asker, ne olduğunu anlayamadan iştahla ekmeği yemiş, dilenciye de teşekkür edip evinin yolunu tutmuş. Kapıyı çalmış, anası karşısında oğlunu görünce öyle sevinmiş ki, hemen boynuna sarılmış. O da ne! Asker: Yanıyorum anam diye inliyor. Anası soruyor.


-Oğlum neyin var, ne oldu sana. Asker:
-Çok acıkmıştım. Dayanamadım. Köyün dışındaki çeşmede bir dilenci kadına rastladım. Ondan ekmek istedim. Ekmeği yedikten sonra içim yanmaya başladı. Ölüyorum anam!


Kadın: Eyvâh! Ben ne yaptım! Kendim ettim diye feryâdlar ederek, hasretini çektiği asker oğlunun ölümünü seyretmiş. Ne ibretlik vâkıâ.
İyiliğin de, kötülüğün de karşılığı mutlaka görülmekte ve görülecektir. Bize düşen görev ise kötülükleri iyiliklerle yok etmektir.
Konumuzu sözlerin en güzeli ile bitirelim: 'Başınıza ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.' (Şûrâ Sûresi, 30)


Yazarın Diğer Yazıları