MÜ’MİNLERİN BİRBİRİNİ SEVMESİ

İçinde bulunduğumuz mübarek rahmet deryasının sonuna doğru yaklaşmış bulunuyoruz. Ehli îmân’dan başkasına nasib olmayan kardeşlik ve merhamet duyguları içerisinde bir ramazan ayını daha bitirmiş olacağız.
Mü’minlerin birbirlerini sevmesi îmân duygusundan kaynaklanmaktadır. Bu sevgi ve muhabbetin ortaya çıkması için de alâmetlerinin olması gerekir. Bu alâmetlerin en başında kardeşlik gelmektedir. Dîn kardeşliği, îmân kardeşliği.
Dînde kardeşlik, nesebde kardeşliğin bile önünde gelir.
Kur’ân-ı Kerîm mü’minleri kardeş ilan ederken (Hucurât, 10), bu kardeşliği onun müfessiri ve yaşayanı olarak Hz. Peygamber (sav) birçok hadîs-i şerîflerinde dile getirerek, ashabı ile de yaşayarak göstermişlerdir. Bu sebeble, sözlerin en güzelini söyleyen, Edîb’lerin Edîb’i olan Resûlullâh (sav), mü’minler arasındaki sevgi ve muhabbetin genel ilkeleri hakkında neler buyurmuş, ona bakalım.
‘’Mü’minler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine şefkatte, bir beden gibidirler. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar da uykusuzluk ve hararette ona iştirâk ederler.’’ (Buhârî, Edeb 27)
Îmân ehlinin kardeşliği bu hadîs-i şerîf’den daha güzel anlatılabilir mi? ‘’Mü’minler bir vücut gibidirler.’’
Bedensel sıkıntılardan ızdırâb çeken veya leziz nîmetleri tadan bir mü’min, bedeninde hissettiği elem ve haz’ları, diğer mü’min kardeşleri için de düşündüğü zaman, kendisini aynı duyguları yaşayan kardeşleri ile özdeşleştirdiği zaman nasıl bir durum ortaya çıkar. Bugün dünyanın her yerinde, bir şekilde ızdırâb çeken mü’minler varken, acaba hangi mü’min huzur içinde olabilir, rahat döşeğinde yatabilir.
Eğer umursamaz bir halde, ben nasıl olsa bir parça yardım gönderdim deyip üzerine düşeni yaptığını sanmak ise çok büyük bir hatadır. Elem ve kederler, iyi ve kötü günler Yüce Rabbimizin kanunu gereği insanlar arasında dönüp durmaktadır. Âli İmran Sûresi 140. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır. “”Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürüp dururuz.’’
Bugün nimet içinde rehâvet sürenler, yarın külfet içinde sefâlet sürebilirler. Hiç kimsenin yarın için bir garantisi olmadığına göre, mü’minler dünyanın neresinde olursa olsun birbirlerinin haller ile hallenmek zorundadırlar. İşte o zaman mü’minler kurtuluşa ererler. Zira hep birbirlerini tamamlamaya devam edeceklerdir.
Mü’minin mü’minden başka dostunun olmadığı güneş gibi ortada görünmektedir. Medenî dünya, birleşmiş milletler.. hepsi palavra. Yeter ki mü’minler bu gerçeği görüp, birbirleri ile kenetlensinler. Kur’ân ve sünnet’in emrettiği kardeşliği yaşasınlar, yarından tezi yok, insanlığın çehresi değişir. Nerede olursa olsun İslâm Ümmeti tek bir beden gibi olmalıdır. İşte o zaman Allâh (cc) katında mü’minler değer kazanacak ve tıpkı Asr-ı Saâdet’te olduğu gibi, insanlık da huzura kavuşacaktır. Mü’inlerin ise hem dünyası, hem de âhireti kurtulmuş olup, saâdete erecektir.
Şimdi Âlemlere Rahmet Peygamberi’ne (AS) kulak verelim, buyuruyor ki:
‘’Allâh’ü Teâlâ (cc) şöyle hükmetti: Benim rızâmı kazanmak için birbirini sevenlere, rızâm için bir araya gelenlere, rızâm için birbirini ziyaret edenlere ve benim rızâm için birbirlerine harcayanlara sevgim vacib olmuştur.’’ (Muvattâ, Şi’r 16)
Bizim için ne güzel bir müjde vermiş, yeter ki yaptığımız işleri ve de özellikle birbirimizi Allâh (cc) rızasını kazanmak için sevelim. Bu iş çok mu zor. Kolaya sahip çıkıp yapmazsak, zorun yanından da geçemeyiz. O zaman da kıyametimiz kopmuş demektir.
Bir başka müjdede ise: ‘’Allâh’ü Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri buyuruyor ki: Benim İzzet ve Celâl’im adına, birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nîr’dan öyle minberler vardır ki, Peygamberler ve şehîdler bile onlara gıpta ederler.’’  (Tirmizî, Zühd 53)
Diğer bir rivâyette ise şöyle buyurulur: ‘’Amellerin en faziletli olanı, Allâh için sevmek ve Allâh için buğzetmektir.’’ (Ebû Dâvud, Sünnet 3)
Allâh (cc) için sevmek ve buğzetmek, en üstün amellerdendir. Çünkü mü’min, hayatı itibârı ile Allâh’a âit olma şuuru ile yaşayandır. Bu sebeble, bütün işlerinde tabîî olarak Allâh rızâsını gözetecektir.
Hz. Ömer’in (ra) bir rivâyetinde, Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuşlardır: ‘’Allâh’ın (cc) kulları arasında öyle bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne de şehîdlerdir. Üstelik kıyamet günü Allâh katındaki makamlarının yüceliği sebebi ile, peygamberler de şehîdler de onlara gıpta ederler.’’
Orada bulunanlar: Ey Allâh’ın Resûlü! Onlar kim? Bize haber ver dediler. Peygamber (sav) Buyurdular ki:
‘’Onlar, aralarında ne kan bağı, ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allâh’ın rûh’u (Kur’ân-ı Kerîm) adına birbirlerini sevenlerdir. Allâh’a yemin ederim ki, onların yüzleri mutlaka nûr’dur. Onlar bir nûr üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler’’ dedikten sonra da Yûnus Sûresi’nin 62. Âyet-i Kerîme’sini okudular, Meâlen: ‘’Haberiniz olsun, Allâh’ın dostları var ya! Onlara ne korku var, ne de üzüleceklerdir.’’
Hadîs-i Şerîf’te Kur’ân’dan ‘Rûh’ diye bahsedilmesi, kalplerin Kur’ân’la hayat bulmasındandır. Aynen nefislerin ve bedenlerin hayatının ruhlarla olduğu gibi Kur’ân da rûh’un hayatıdır.
Tirmizî’nin rivâyet ettiği meşhur bir Hadîs-İ Şerîf ise şöyledir:
‘’Kişi, sevdiği ile beraberdir.’’ (Tirmizî, Zühd 50)
Yüce Rabbimiz cümlemizi sevgisini hak edenlerin ve sevdiklerinin arasına dahil eylesin.


Yazarın Diğer Yazıları