MUSTAFA SUNGUR (RHA) AĞABEY

2Aralık 2012 Pazar günü tv’den sabah bültenlerini izlerken bir haber geçti. “Bedizzaman Said Nursî’nin talebelerinden Mustafa SUNGUR vefât etti”. Hemen aşağı indim gazete gelmiş. Büyük puntolarla “Üstâd’ın talebesi SUNGUR Ağabey hakka yürüdü” yazıyordu. İçime bir gariplik çöktü.
Üstâd Bediüzzaman Hazretlerinin yetiştirdiği çınarlardan, îmân âbidesi  bir şahsiyet, fanâ âleminden Bekâ âlemine hicret etmişti. Kendi si adına sevindim. Zira o ömrünü verdiği, uğrunda çileler çektiği hakkın ve hakkikatin gerçek bir kahramanı olarak ebedî saâdete ermişti. Kendi adıma da öyle bir kahraman olamadığım için üzüldüm.
Risâle-i Nûrları tanımam 1977 senesinde yine Üstâd’ın bir başka talebesi Tâhir-i MUTLU ağabey’in vefâtıyle oldu. O zaman ilkokulu yeni bitirmiştim ve köyde boşta geziyordum. Şu an hala öğrertmen olan amca oğlu o dâirenin içinde imiş. O bahsetti. Böylece çocukluk döneminden itibaren Üstâd’ı, talebelerini ve risâle-i nurları tanımış oldum.
80’li yılların başında İmam Hatip lisesinde okurken deshanede kalıyordum. Ağabeylerimiz, Üstad’ın talebelerinden Mustafa SUNGUR ve arakadaşları ziyarete gelecek dediler. Nitekim ağabeylerimiz teşrif buyurdular, bu fakir de ilk defa kendileri ile müşerref oldu. Elini öpmek istedim fakat öptürmedi. Zaten hiçbir ağabey d elini öptürmezdi. Biz de ağabeylerden böyle bir alışkanlık edindik. Elimizi öptürmediğimiz zaman bazen yanlış anlamalara da sebep olabiliyoruz. Aslında baba-ana, büyükler ve hocaların elleri öpülür. Dînen de câizdir.
Risâle-i Nur’ların içersinde anlaşılması en zor olanın İşârât’ül İcâz Tefsiri olduğunu düşünüyor ve bunu anlatmalarını, ondan ders yapmalarını istiyorduk.
Tefsiri eline alıp okumaya başladı, biz de onu takip ediyorduk. Öyle serî okuyordu ki, anlamayı bırak yetişemiyorduk bile. Bir ara başımı kaldırıp baktım. Bir de ne göreyim! Ağabeyin elinde kitap fakat o bizi gözlüyor ve ezberden okuyordu. İyice şaşırmıştım. Okuma bitince kendisine: “Ağabey biraz açıklasaydınız” ricâsında bulunduğumuzda:  “Öyle beleşçilik yok keçeliler, çok okuyacaksınız, çalışacaksınız, araştıracaksınız ve anlayacaksınız sonra da yaşayacak ve anlatacaksınız” dediğini hiç unutmadım. O zamandan itibaren başta Risâle-i Nur’lar olmak üzere hep okuyup araştırdım, yaşamaya çalıştım ve anlattım ve devam ediyorum.
Asrımızda hizmeti îmâniye ve Kur’âniye’nin gerçek bedelini başta Üstâd ve talebeleri olmak üzere, Süleyman Hilmi TUNAHAN (RHA), M.Zâhid KOTKU ve niceleri ödediler. Hepsinden Allâh râzı olsun. Mekânları Cennet olsun. Bizlere de onların bıraktığı hizmet yolunda yürümeyi nasîp eylesin.
İnsanı asıl üzen mesele kendi vatanında hizmeti îmâniye ve Kur’âniyede kendini vakfetmiş olup, dünyevî hiçbir emeli olmayan hakikat kahramanlarına yapılan zulümlerdir. Bir karıncayı dahi incitmekten çekinen bu âbide şahsiyetlerin rejim için tehlikeli görülmeleri. Hiçbir suç ve günahları yokken, akla hayale gelmedik zulümlerin yapılması. Uydurma ve yakıştırma suçlarla yıllarca hapislerde süründürülmelerinin îzâhı yoktur.
Rejimi koruma adına Kur’ân hizmetkârlarına olmadık zulümleri layık görenler acaba bu millet için ne yaptılar diye insan sormadan edemiyor. Muâsır medeniyet seviyesine ulaşacağız derken, neden Türkiye 80-90 senedir üçüncü dünya ülkesi olmaktan kurtulamadı?
Bu soruların cevabını da Allâh’a sonsuz şükürler olsun ki, şu son birkaç senedir görerek öğreniyoruz. Cumhuriyetle beraber vatanı düşmandan temizledik, ezanlarımız semâda yankılanacak, 1000 yıldır bayraktarlığını yaptığımız İslâmî şahlanış gerçekleşecek derken, ne yazık ki içimizden birileri çıkıp düşmanlarımızın yapamadığını yapmaya çalıştılar ve kısmen Allâh’ın müsaâde ettiği kadar başardılar da.
“Allâh, tuzak kuranların en hayırlısıdır”.(Enfâl Sûresi  30.Âyet) Bu âyet’in hükmünce bu cefâkâr ve fedâkâr bir o kadar da dîndâr olan millete kurulmuş tuzakları Allâh (CC) boşa çıkarmıştır. Üstâd’ın tâbiriyle, onlar kışta geldiler, biz ise cennet asâ baharı yaşıyoruz. Tabiî ki onlar sayesinde.
Bediüzzaman’ın cesedine bile tahammül edemeyen devlet, bugün onun talebesinin cenâze namazını kılmıştır. Allâh’a ne kadar şükretsek azdır.
Bugün bize düşen görev ise onların mirasına sahip çıkıp, bölünme ve parçalanmalara asla prim vermemektir. Ne kadar cemâat, tarikat varsa hepsinin İttihâd-ı İslâmı/ İslâmî dayanışmayı herşeyin üstünde tutmak olmalıdır.
Mustafa SUNGUR ağabey son dönemlerinde biraz hafıza kaybına uğramış. Ancak Kur’ân’dan ve Risâle-i Nûr’dan bahsedildiğinde hemen toparlanıp, hiçbir şeyi yokmuş gibi anlatıyormuş. Ağabey’in bu hali de bize, Hz. Peygamber (SAV) in: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” hadîs-i şerîf’ini hatırlatıyor.
Ne güzel değil mi? Kur’ân ile yaşayıp, onunla ölmek.
Mekânın cennet olsun Sevgili ağabey. Zerrât adedince ruhuna fâtihalar olsun. ÂMİN.


Yazarın Diğer Yazıları