Zekat -2-

Bir Müslüman’a zekât’ın farz olmasının şartları nelerdir?

Bu konudaki referansımız, eski Diyânet İşleri Başkanlarımızdan Merhûm Ömer Nasûhi Bilmen Hoca Efendi’dir (rha). O, Büyük İslâm İlmihâli adlı eserinde konuyu teferruâtlı olarak özetle şöyle anlatmaktadır.

Zekât mükellefi olan kimse, Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş ve hür olmalıdır. Buna göre, Müslüman olmayanlar, gayri müslimler, köle ve cariyeler, mecnunlar ve çocuklar zekât vermekle mükellef değillerdir.

 Allâh (cc) muhafaza buyursun, bir Müslüman, bir müddet dînden çıkacak olsa, sonra da tevbe edip tekrar hak dîne dönecek olsa, dînden çıktığı dönemde kendisine zekât vermek farz olmayacağı gibi, önceden vermiş olduğu zekâtlar da hükümsüz olur. Çünkü, zekâtın farziyetinde müslüman olmak şart olduğu gibi, sürekliliğinde de şarttır.

Köleler ve câriyeler, bir mala sahip olmadıklarından, zekât vermeye de ehil değillerdir. Kendilerine ticaret izni verilse de durum yine aynıdır.

Mecnûnlara gelince: Bunlarda iki durum düşünülebilir.

Birincisi: Doğuştan beri mecnun (deli) olanlardır. Bu halleri devâm ettikçe kendilerinden zekât vermeleri düşer. Fakat bunlar büluğ çağına erdikten sonra, düzelecek olsalar, düzeldikleri andan itibaren zekât vermekle mükellef olurlar.

İkincisi: Büluğ çağına geldikten sonra bir müddet mecnun (deli) olmaktır. Bunların mecnunlukları bir yıl devam edecek olsa, o yıl onların zekât vermesi gerekmez. Çünkü bu durumda kendilerinden yükümlülük düşmüş olur.

Baygınlık hali, zekât vermeye engel değildir.

Çocuklara gelince: Bunlar akılları başlarında olarak büluğa ermedikçe zekât vermekle yükümlü olmazlar. Onun için bunların mallarından velîleri zekât veremezler. Bunların zekât vermeleri, büluğ çağına ermekle başlar, bir (kamerî) sene sonunda yerine getirilmesi gerekir.

Zekât verecek kimse, temel ihtiyaçlarından ve borçlarından başka, nisâb miktarı veya daha fazla mala sahip bulunmalıdır. Bu miktâr malı bulunmayana zekât farz olmaz.

NİSÂB: Şeriatın bir şey için koymuş olduğu belli bir ölçü ve miktâr demektir. Şöyle ki: Altının nisâbı yirmi miskâldir. (Günümüzde 80.18 gramdır)

Havâici asliye/Temel İhtiyâçlar: Bundan maksat, oturacak ev ile, eve gerekli olan eşya, kışlık ve yazlık elbise, gerekli silah ve âletler, kitaplar, binek hayvanı/araba vb. bir yıllık nafaka/geçimlik demektir. Borç karşılığı olarak elde bulunan para da böyledir. Yani zekât gerekmez.

Zekâtı verilecek olan mal, gerçekten veya hüküm bakımından artıcı bulunmalıdır. Böyle olmayan mallardan, nisâb miktarından fazla olsalar da zekât gerekmez. Bir diğer ifade ile, ev-arsa gibi gayri menkullerden zekât gerekmez. Ancak varsa bunların gelirlerinden zekât gerekir.

Zekât’ın geçerliliği için tam bir mülkiyet bulunmalıdır. Bir malın mülkiyeti ile beraber, onun elde de bulunması gerekir. Bu sebeple bir kadın, mehrini ele geçirmedikçe, onun zekâtı ile yükümlü olmaz. Çünkü o mehre (nikâh bedeline) mâlik ise de , onu eline geçirmiş değildir.

Yine elinde rehin mal bulunan bir kimseye, rehinden dolayı zekât gerekmez. Çünkü rehin bir borç karşılığıdır. Bunda mâlikinin ele geçirip sahip olma hakkı yoktur.

Zekât gerekmesi için, bir malın üzerinden tam bir yıl geçmesi gerekmektedir. Buna ‘Havli Havelân’ denilir. Çünkü bu zaman içinde artış ve çoğalma gerçekleşir. Mevsimlere bağlı olarak, ihtiyâçlar ve fiâtlar değişir.

Zekât’a bağlı bir mal üzerinden bir yıl geçtikten sonra, bu mal artacak olsa, ana paraya bağlı olarak yıl sonunda zekâta dahil olur.

Zekâtın sıhhatinin şartı: Verilen bir zekâtın sahih olabilmesi için zekâtı verirken veya onu ayırırken niyetin bulunması şarttır. Bu niyet kalben olmalıdır. Dil ile söylemek gerekmez. Hatta bir malı fakire zekât niyeti ile verirken, dili ile bunun bir bağış olduğunu söylemesi, onun zekât olmasına engel değildir.

Bir mal, fakire niyetsiz olarak verilince bakılır. Eğer mal henüz fakirin elinde bulunuyorsa, zekâta niyet edilmesi yeterlidir. Fakat elinden çıkmış ise yetersizdir. Bu mal, zekât değil, bir hîbe olmuş olur.

Zekât vermede velînin değil, müvekkilin niyeti geçerlidir.

Zekât vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın, zaman zaman fakirlere bir şeyler verdiği halde, zekâta niyet etmek hatırına gelmezse, bu verdikleri zekât sayılmaz.

Bir kimse, fakirlere bir gün sadaka verdikten sonra, şu süre içinde vermiş olduğum sadakaların, zekâtımdan olmasına niyet ettim demesi ile zekât vermiş sayılmaz.

Zekâtta temlik şarttır. Yani bir fakire verilen zekât tamamen o fakirin olup, onda hak iddiâ edilemez. Yoksa zekât bâtıl olur. Fakir onu istediği gibi harcayabilir.

Günümüzde zekâtlar, âlimlerimizin çoğuna göre nakdî olarak verilmelidir. Fakir ihtiyacını istediği gibi kendisi görsün. Bu fakir için daha iyidir. Zira ihtiyaçlar sürekli olduğu için, fakir tasarrufta bulunup, ihtiyacına göre zaman zaman harcama yapar ve sıkıntısını gidermiş olur.

Bu sayılan özellikleri ile Yüce Dînimiz, zengin ile fakir arasında bir köprü kurmaktadır. Fakirin sevinci ölçüsünde de Allâh (cc) zengini malını hem koruyacak, hem de artıracaktır. Zaten Hz. Peygamber (sav) de bir hadîslerinde: ‘Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvi ediniz, belâ dalgalarını da duâ ve yalvarışla karşılayınız’ buyuruyor.

Yüce Allâh (cc) cümlemizi, malların zekâtla koruyup, onun garantisi ile rızâsını kazananlardan eylesin

 


Yazarın Diğer Yazıları