İslam, Değişim ve Dayanışma Oyunları

İslam, Maide suresi 3. Ayette zikredilen "İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm'ı beğendim/seçtim” beyanıyla dinlerin temel maksadı olan "güzel ahlakı” tamamlamış; teori ve pratiğiyle evrensel bir sistemdir.

Kendi başına özgün bir değerdir ve dışarıdan bir değere ve katkıya ihtiyaç duymaz.

Kıyamete kadar insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek "kod ve kök hücreler” Kur'an tezgahında Hz. Muhammed (s.a.v.) uygulamasında oluşturulmuş ve çağdan çağa aktarılarak gelmiş ve sürgit devam edecektir.

Dolayısıyla İslam; isminin önüne veya arkasına ek almaz, ihtiyaç duymaz, kabul etmez.

Fas'lı alim Abdullah Laroui'nin bir Şarkiyaçı'yı eleştirirken dediği gibi İslam ek almaz: "Von Granebaum'un İslam sözcüğüne eklediği sıfatlar (ortaçağ, klasik, modern) herhangi bir niteleme getirmez, hatta lüzumsuzdur: Klasik İslam ile ortaçağdaki İslam arasında hiçbir fark yoktur, başka deyişle İslam düzdür, sadedir, yalındır... Dolayısıyla, (Von Grunebaum için) kendi içinde değişen tek bir İslam vardır.”

Müslümanlar İslam'ı bir sistem olarak kabul etmiş, onu hayatlarına tatbik etmeye çalışan müminlerdir.

Ancak en iyi Müslüman'ın hayatı İslam'ı bütünüyle yansıtamaz.

Dolayısıyla Kur'an ve Sahih Sünnet'te aktarılan İslam'ın kendi çağına, kendi milletine, kendi toplumuna, kendi ailesine ve kendi nefsine uygulama konusunda -kuru kuruya taklitten uzak- her müminin azami çaba göstermesi gerekir.

İslam idealdir, kusursuzdur, ama biz kusurluyuz.

Son günlerde tartışılan "İslam Dayanışma Oyunları” bu kapsamda ele alınabilir.

"Müslüman Ülkeler Dayanışma Oyunları” tabiri uygundur, "İslam Dayanışma Oyunları” değil.

"İslam Ülkeleri” tabiri de yanlıştır; doğrusu "Müslüman Ülkeler” tabiridir.

Belki de bu kelimelerden başlayıp değişim/dönüşüm hareketine ivme vermek gerekiyor Müslüman dünya için.

Kelimeler önemlidir.

"Kelime/söz" altı doldurulmadan kullanıldığında kendimize çevrilmiş silahtan daha tehlikelidir.

Allah, "O, her gün yeni bir iştedir.” (Rahman, 55/29) ayetiyle kainatı değişim kanunu üzerine kurduğunu ifade eder.

Değişmeyen ilkeleri değişen kainata uyarlamak azim, çaba, zeka, gayret ister.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.a.)'nin "istihsan” ismiyle literatüre kattığı tam olarak buydu.

Ayet ve hadislerdeki "kod/kök hücre” leri çıkarmış ve onların her çağa, her topluma, her kişiye özel ve özgün uygulanmasını savunmuştur.

Kumaş tüccarıydı Ebu Hanife.

O ayet ve hadislerden dokuduğu kumaşı iyi bir terzi olarak herkesin kendi özel ölçülerine göre uygun renk, boyut, kalınlıkta dikmişti.

Hazır giyim anlayışı İslam'ın hakikatlerinin hayata uygulanmasında geçersizdir.

İslam adına konuşan herkes öncelikle ayet ve hadislerde kumaş çıkarmasını, sonrasında o kumaştan öce kendine sonrasında talep edene özel/özgün elbise dikmeyi öğrenmelidir.

"İslam onlarca, yüzlerce milyon insanın gönlüne zihnine, vicdanına hitap eden, yaşayan, dirimsel bir dindir; bu insanlara onurlu, ölçülü, Tanrı korkusu içeren bir yaşam sürmelerini sağlayacak bir standart getirmiştir. Fosilleşen şey İslam değil, İslam'ın yerleşik formülleri, sistematik ilahiyatı, toplumsal davalara alet edilişidir. Kopuşun ve örtüşmezliğin kaynağı budur, en iyi eğitim görmüş, en zeki taraftarlarının zihnine yaptığı çağrı arasında sürgit bir uçurum varsa eğer, dağılmaya direnç gösteremez sonuçta. Müslümanların büyük çoğunluğu için örtüşmezlik sorununun henüz gündeme gelmemiş olması, ulemanın, modernistler tarafından önerilen acil tedbirleri bir an önce almayı reddetmesinin gerekçesi olur; ancak, modernizmin yayılması, yeni formüllerin ilelebet rafa kaldırılamayacağı konusunda bir uyarıdır.

İslam'ın formüllerinin fosilleşmesinin nedenlerini, kaynağını belirlemeye çalışırken, modernistlerin sordukları, ama bugüne değin içinden çıkamadıkları soruyu, yani "İslam'ın temel ilkeleri, özsel öğelerine zarar verilmeksizin nasıl yeniden formüle edilebilir?” sorusunu cevaplamak üzere bir ipucu da bulabiliriz muhtemelen.” (H. A. R. Gibb, Modern Trends in İslam, Chicago, University of Chicago Press, 1947; 108, 113, 123)

7. Yüzyılda başlayan Müslümanların Medeniyet iddiaları 12. Yüzyılda zirveye çıktı. 18. Yüzyılda işin maddi kısmını Batı'ya kaptırdık. Bugün yeniden ihya ve tecdit istiyorsak "değişim” balyozunu önce nefsimize, sonra durgun su da atılan taşın oluşturduğu dalgalarda oluşan halkalar gibi çevremize indirmemiz gerekiyor.

Müslümanların takvimi hicretle başlar.

Hicret; bir yerden daha hayırlı başka bir yere sürekli eylem halinde olmak demektir.

"Bir yeri gerçekten ve toptan terk etmeyen, yeni bir yola çıkamaz.”

[Oruç Aruoba / Yürüme]


Yazarın Diğer Yazıları