Evrimci Anlayış - Ahlâkî Zafiyet İlişkisi

Evrimci düşünce Avrupa düşünce dünyasında ortaya çıkan materyalist düşünce sistemlerine hayat kazandırabilme gayretlerinin bir neticesiydi. Yaratanı olmayan, sorgu ve sual sorumluluğu bulunmayan, sadece insanın aklı ile şekillenen bir dünya anlayışına meşruiyet kazandırma çabalarının bir neticesiydi. Evrimci bakış açısı tüm materyalist ideolojik yaklaşımların yeryüzü canlı çeşitliliği içerisinde insana farklı bir konum ve misyon yüklemesine imkân sağlamıştı. Onlara göre insan varlığı evrimleşmedeki başarısının bir neticesi olarak kendi hazları ve çıkarları adına tabiat üzerinde sınırsız tasarrufta bulunmayı hak etmiş bir varlıktı. Bu hakkının gereği olarak da kendisine bir yeryüzü cenneti inşâ etmesinden daha doğal hiçbir şey olamazdı. Evrimleşme sürecinin kendisine kazandırmış olduğu akıl varlığı ile hiçbir ahlâkî veya manevî düşünce sınırlandırması içerisine girmeden tabiat üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilmek onun en doğal hakkıydı.

İnsan varlığına yeryüzü çeşitliliğinin bir parçası olması gerekçesiyle asla kutsal oluğuna inanılan sorumluluklar, görevler atfedilemezdi. Sonuçta tüm tabiat, hayatta kalma savaşı içerisinde olan bu yarışı kazanmak adına kendisini çevreleyen ortamdan mümkün olduğunca yetenekleri ve gücü oranında istifade etmeye çalışan varlıkların oluşturduğu bir arenaydı. Dolayısıyla insan varlığının bu yarış içerisinde evrimin kendine kazandırdığı avantajlarla hareket etmesi, kendine avantajlar sağlayacak tasarruflarda bulunması asla sorgulanamazdı. Ormanda karnı acıkan bir aslanın avlanması, ihtiyacını gidermek adına nehir kenarında su içen yavru ceylanı midesine indirmesi doğal yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğiydi. Hiçbir aslan bu davranışından dolayı ahlâkî açıdan sorgulanamadığı gibi aynı şekilde insanın da söz konusu çeşitliliğin bir parçası olması nedeniyle, yaşamını devam ettirebilmek veya refah seviyesini yükseltebilmek adına tabiat üzerinde gerçekleştireceği tasarruflarından dolayı sorgulanması söz konusu olamazdı. İnsanın hayatını idame ettirebilmek ve hattâ yaşam konforunu artırabilmek adına tabiat üzerinde yapmış olduğu tasarruflar, tabiatın genel akış kaideleri içerisinde son derece olağan bir durumdu. Dolayısıyla insanın yarar sağlayan, fayda üreten her davranışı özünde doğru ve ahlâkî bir davranıştı. Doğruluk-yanlışlık, ahlâkî olan veya olmayan ayırımını yaparken kutsallık gibi aşkın boyuttan referanslar oluşturmaya çalışmak gereksizlikti.

Sonuçta insanoğlu aklı ile neyin ne kadar ahlâkî, neyin ne kadar doğru veya yanlış olduğu ayrımını yapabilecek ve buna dâir normlar üretebilecek kapasitede evrimini tamamlamış bir varlıktı. Eğer yeryüzündeki canlı çeşitliliği arasında bir yaşam kavgası varsa ve bu kavga her türün kendi yaşam şartlarını daha çok iyileştirebilme esası üzerinden gerçekleşiyorsa bir davranışın ne kadar doğru olup olmadığının temel ölçü birimi de bu davranışın sonunda ortaya çıkaracağı faydaya göre değerlendirilmeliydi. Ticarî kaygılar doğrultusunda doğadaki çeşitli canlı varlık türlerinin neslinin yok edilmesi, uzak kıtaların az gelişmiş toplumlarının sömürgeleştirilmesi, ilkel toplumların köleleştirilerek iş gücünden yararlanılması, hepsi de aslında tabiatın genel akışına aykırı olmayan hem de Avrupa'da medeniyetin ve insan bilgi ve tecrübesinin gelişmesine fayda sağlayan durumlardı. Aslan örneğinde olduğu gibi insanın bu davranışlarından dolayı kaynağı belli olmayan bazı dinî ilkeler çerçevesinde sorgulanmaya çalışılması yeryüzündeki hayatın kökenlerinin ve yaşam sürecinin doğru anlaşılamamasının bir neticesiydi. Veya ilkel insanın doğanın mucizevî çeşitliliğini açıklama noktasında zihinsel olarak acze düşmesi, onu içinde bulunduğu ortamı ilahî bir güce atfetme kolaylığına sürüklemişti. Bu zihinsel kolaycılığın ürettiği kurallara atıfta bulunarak insan varlığının hareket ve düşünce alanını kısıtlamak, insanın yeryüzündeki gelişim sürecine yapılabilecek en büyük kötülüktü.

Sevgili dostlar, gördüğünüz gibi evrimci anlayış çerçevesinde insan gerçeğini tanımlamaya kalktığınız zaman korkunç bir inanç ve değerler katliamı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. İnsan varlığının tüm kutsal ve hattâ ahlâkî temellerinden kopartıldığına ve ilkesiz, sorumsuz başıboş bir varlığa dönüştürüldüğüne veya dönüştürülmek istendiğine tanık oluyorsunuz.

İşte günümüz dünyasında tanık olduğumuz ahlaki zafiyetlerin arka planında geçen yüzyılın Avrupa'sında orta çıkan bu evrimci bakış açısının yattığını çok r4ahat görebiliyoruz.


Yazarın Diğer Yazıları