Hardal Tanesi
DİL KÜLTÜR İLİŞKİSİ
SELÇUKYA OKULLARDA
TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE KONYA KİTABI
SÖMÜRÜ
Psikolojik Manipülasyon Nedir?
SEN YOLA ÇIK YOL SANA GÖRÜNÜR-2
Milletimiz adil ve güçlü devleti sever II
KUL HAKKI
IRAK ZİYARETİ NASIL OKUNMALIDIR
Şiir
Gerçekten ‘fahiş fiyat’ var mı?
İSLAM DÜNYASI NEDEN DÜZELMEZ VE NASIL DÜZELİR? -2-
Yaz lastiği zamanı geldi
ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ?
RAMAZAN AYINDA SAĞLIKLI BESLENME
Evrimci düşünce Avrupa düşünce dünyasında ortaya çıkan materyalist düşünce sistemlerine hayat kazandırabilme gayretlerinin bir neticesiydi. Yaratanı olmayan, sorgu ve sual sorumluluğu bulunmayan, sadece insanın aklı ile şekillenen bir dünya anlayışına meşruiyet kazandırma çabalarının bir neticesiydi. Evrimci bakış açısı tüm materyalist ideolojik yaklaşımların yeryüzü canlı çeşitliliği içerisinde insana farklı bir konum ve misyon yüklemesine imkân sağlamıştı. Onlara göre insan varlığı evrimleşmedeki başarısının bir neticesi olarak kendi hazları ve çıkarları adına tabiat üzerinde sınırsız tasarrufta bulunmayı hak etmiş bir varlıktı. Bu hakkının gereği olarak da kendisine bir yeryüzü cenneti inşâ etmesinden daha doğal hiçbir şey olamazdı. Evrimleşme sürecinin kendisine kazandırmış olduğu akıl varlığı ile hiçbir ahlâkî veya manevî düşünce sınırlandırması içerisine girmeden tabiat üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilmek onun en doğal hakkıydı.
İnsan varlığına yeryüzü çeşitliliğinin bir parçası olması gerekçesiyle asla kutsal oluğuna inanılan sorumluluklar, görevler atfedilemezdi. Sonuçta tüm tabiat, hayatta kalma savaşı içerisinde olan bu yarışı kazanmak adına kendisini çevreleyen ortamdan mümkün olduğunca yetenekleri ve gücü oranında istifade etmeye çalışan varlıkların oluşturduğu bir arenaydı. Dolayısıyla insan varlığının bu yarış içerisinde evrimin kendine kazandırdığı avantajlarla hareket etmesi, kendine avantajlar sağlayacak tasarruflarda bulunması asla sorgulanamazdı. Ormanda karnı acıkan bir aslanın avlanması, ihtiyacını gidermek adına nehir kenarında su içen yavru ceylanı midesine indirmesi doğal yaşamın kaçınılmaz bir gerçeğiydi. Hiçbir aslan bu davranışından dolayı ahlâkî açıdan sorgulanamadığı gibi aynı şekilde insanın da söz konusu çeşitliliğin bir parçası olması nedeniyle, yaşamını devam ettirebilmek veya refah seviyesini yükseltebilmek adına tabiat üzerinde gerçekleştireceği tasarruflarından dolayı sorgulanması söz konusu olamazdı. İnsanın hayatını idame ettirebilmek ve hattâ yaşam konforunu artırabilmek adına tabiat üzerinde yapmış olduğu tasarruflar, tabiatın genel akış kaideleri içerisinde son derece olağan bir durumdu. Dolayısıyla insanın yarar sağlayan, fayda üreten her davranışı özünde doğru ve ahlâkî bir davranıştı. Doğruluk-yanlışlık, ahlâkî olan veya olmayan ayırımını yaparken kutsallık gibi aşkın boyuttan referanslar oluşturmaya çalışmak gereksizlikti.
Sevgili dostlar, gördüğünüz gibi evrimci anlayış çerçevesinde insan gerçeğini tanımlamaya kalktığınız zaman korkunç bir inanç ve değerler katliamı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. İnsan varlığının tüm kutsal ve hattâ ahlâkî temellerinden kopartıldığına ve ilkesiz, sorumsuz başıboş bir varlığa dönüştürüldüğüne veya dönüştürülmek istendiğine tanık oluyorsunuz.
İşte günümüz dünyasında tanık olduğumuz ahlaki zafiyetlerin arka planında geçen yüzyılın Avrupa'sında orta çıkan bu evrimci bakış açısının yattığını çok r4ahat görebiliyoruz.
ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ?
TÜRK HAVACILIK TARİHİ ve VECİHİ HÜRKUŞ
BATILI EĞİTİM DAYATMASI
TOPLUMSAL AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ
MUTLAK GALİP OLAN ALLAH’TIR!
BİZİM ÖLÜMÜMÜZ BİLE ZAFERLERİN EN GÜZELİDİR
İSLAM SAVAŞ HUKUKU
HZ. MEVLANA’NIN İSTİSMAR EDİLMESİ
İNSANLIĞIN GAZZE İLE İMTİHANI
ABD EMPERYALİZMİ VE ORTA DOĞU