GÖNÜLLERİN FATİHİ OLMAK

Fetih; kafa ve kalbi İslam'a açmak, daha sonra İslam'ın önündeki engelleri kaldırmaktır.

İslam'ın, çağları aşan mesajını doğru bir şekilde anlayabilmemiz için Efendimizin hayatının tamamının bir fetih hareketi olduğunu ve bu kutlu yürüyün de aslında bir gönülleri fethetme işi olduğunu kavramamız lazım. Şiddete tevessül ederek, zor kullanarak tebliğ hareketinin olmayacağını O, hayatının kendisi olan irşat faaliyetleri ile göstermiştir.

 

Gönüller yıkmaya değil gönüller yapmaya gelen bir Peygamber, Nübüvvet görevinden önce de insanların gönlüne girmiş, yürek fetihleri gerçekleştirmiş, yaşadığı sosyal hayata anlam katan sıfatlarla donanmış ve insanlık tarihi için zirve bir karakter sergilemiştir. O'nunla aynı düşünceleri paylaşsın veya paylaşmasın; herkes O'nun dürüst, güvenilir, emin bir karakter olduğunda ittifak etmişlerdir.

Efendimiz (s.a.v.)'ın nübüvvet hareketi başından sonuna kadar bir diriliş hareketidir. Kelime-i tevhit anahtarı ile girilen İslam'ın ulvi kapısı bir manada insanlığını, fıtrî duygularını kaybetmemiş herkese açıktı.

İslam'ın beş temel esasını oluşturan prensipler hem insanın iç îmarı hem de sosyal hayatının inşası için gönül fetihlerinin gerçekleşmesi için gerekli olan prensiplerdir. Bu prensipler adeta insan için hayat iksiridir. Var olma ile yok olma noktasında hayatî ehemmiyete sahip ölçülerdir. Bu prensipleri en doğru şekilde anlayan ve yaşayan insan gönüller fâtihi olmaya aday insandır. Kulluk zafiyetlerinden kurtulamayan bir insanın ne kendisine ne de başka gönüllere bir faydası olabilir! İşte bu gönül fetihlerini yapacak olan bir müminin İslam'ın beş temel esasını bu fetih hareketini hayata geçirmek için vasıta kılacak anlamda okuması ve idrak etmesi gerekir.

Kelime-i tevhidin içinde barındırdığı muhtevayı anlayan ve bu şuura kavuşan insan nefis putu başta olmak üzere bütün ilahların yokluğunu ikrar, tek Rabbin Allah olduğunu kabul ederek İslam dairesine dâhil olmuş olur. Sonra gönlünü inşâ etmek ve huzurun kaynağı Rabbinin karşısında sorumluluklarını yerine getirmek için kıyamı ile secdesi ile bir arınma ibadeti olan namaz gelir. Namaz insanın kendi kendini fethetmesidir. İç âleminde karanlık alanların ilahi çerağ ile aydınlatılması ve Allah'ın nûru ile ulvî yolculuğuna devam etmesidir. Namaz şeklî olmaktan ziyade manevi derinliği olan bir ibadettir.

GÖNÜL FATİHİ OLABİLMEK İÇİN

Gönül Fâtihi olabilmek için müminin bir arınma süreci yaşaması lazım. Bu da ancak nefsi en güzel şekilde terbiye edecek olan oruçla olur. Bu ayda gönül dünyasında oruç ibadeti sayesinde manevi fetihler gerçekleştiren müminin iman zindeliği bir kat daha artar. Rikkat kazanmış bir kalbin, incelmiş bir gönlün, hassaslaşmış duyuların ve ferasete bürünmüş bir bakışın sahibi olur. Böyle bir dimağın fethedeceği başka gönüller adeta onun yürekleri ısıtan sözlerinde can bulur, şefkat pınarı gözlerinden ab-ı hayat içer.

Bu fethin diğer bir ayağı ise müminin belli bir infak seviyesine ermesidir. O da varlıklı olma şartına bağlı olmadan infak ehli, i'sar ehli olabilme gayretidir. Onlar gabya iman ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirler ayet-i kerimesinin ifadesi ile mümin olma vasfının temel şartlarından biri olan infakı yine gönül fetihleri için araç olarak görürler. Sahibi olmadığı ve hiçbir zaman da sahibi olmayacağı dünya nimetlerinin bir paylaşma anlayışı içerisinde Allah'ın ikramı olduğunun şuuruyla hareket eder. Sadakayı yüksek bir erdem içerisinde, zekâtı Rabbinin bir emri gereği, infakı da kendi iman kalitesinin bir göstergesi olarak en üst seviyeden verme gayretinde olur. Bu amelini kelime-i tevhit anahtarını eline alan her mümin için bir gönül fethi olarak düşünür. Çünkü zekât, ümmetin sosyal yapısına doğrudan etki eden en önemli ibadettir. Sosyal adaletin tanzimi ve zenginin malındaki fakirin hakkının edebince kendisine teslimidir. Ve mümin en büyük ve en çirkin hırsızlığın fakirin hakkı olan zekâtı vermeyerek yapılan hırsızlık olduğun farkındadır.

Ve gönüler fethinin bir diğeri ise müminlerin yıllık buluşması olan hac'dır. Hac, özel bir mekânda ve kendisine has şartları olan bir ibadettir. Bu ibadeti hakkını vererek yapan mümin hem içindeki fetihleri gerçekleştirmede bir aşama kaydetmiştir, hem de gönüller fatihi olmanın donanımına sahip olmuştur.

Rasûlüllah Efendimizin ashabını yetiştirme tarzında da insanı yaşatma ve insanı kazanma derdinin olduğu bütün hadiselerle ortaya konulmaktadır. Bunu yapmak için de İslam'ın ana unsurları olan yukarıda temas etmeye çalıştığımız hususlarla Allah'ın istediği bir şahsiyet ortaya koyma derdi vardır.

Zayıf imanla, eksik ibadetle, şekilden öteye geçmeyen namazla, açlıktan ibaret oruçla, gösteriş ve dünyalık itibarı için verilen zekâtla ve yine dünyalık bir rütbe olması için yapılan hacla gönül fatihi olunmaz.

Musab B. Umeyr (r.a) ve Esad B. Zurare (r.a) gönderildi. Daha sonra Medine kılıç ve darbesiz Rasûlullah (s.a.v)'a kapılarını açtı. "Ülkeler ve şehirler zorla alınır. Medine ise Kur'ân'la fethedilmiştir." buyurdu Efendimiz (s.a.v). Uhud harbinde yüzü demir zırh ile örtülü bir kişi geldi. "Hemen harp edeyim de sonra Müslüman mı olayım?" dedi. Efendimiz (s.a.v), Eşhel oğullarından Amir b. Sabit'e "Müslüman ol sonra harb et." buyurdu.

Fethin evvela kafada batıl inanç ve düşünceleri yok edip, sonra da kalbi niyyet-i fasideden arındırması gerektiğini Peygamberimiz (s.a.v) şu hadisiyle bildirir. Ebu Musa (r.a)'den: "Peygamberimiz (s.a.v)'e şecaat için savaşan, hamiyyet (eşi, dostu) için savaşan ve gösteriş için savaşanlardan hangisinin Allah (c.c) yolunda olduğu soruldu. Şöyle buyurdular:" Allah'ın kelimesinin (dininin) yücelmesi için savaşan kimsenin cihadı Allah (c.c) yolundaki savaştır.

Süleyman Gazi Çanakkale boğazını geçip fethedecekleri kalenin önünde mücahitlere niçin geldiklerini sorar. Onlar da "Biz mal, mülk değil, İlây-ı Kelimetûllah için geldik." derler. Kale kısa zamanda fethedilir. Rumeli kapısı açılarak fetihten fetihe koşulur.

Sa'd b. Ebi Vakkas'ın gönderdiği elçiye İran ordu komutanı Rüstem, İran'la savaşmalarının sebebini sorduğunda, Müslüman elçi şöyle cevap verir:" Bizim arzumuz dünya değil, Ahirettir." "Lâ ilâhe illallah deyin, İran ve Bizans sizin olacak." buyuran Peygamberimiz (s.a.v) hayatının her safhasını emr-i ilahiye uygun geçiren mücahidin zafere ulaşacağını müjdeler. Tevhidle kafası ve gönlü arınan mücahitler Hz. Ömer (r.a) devrinde İran'ı 1453 yılında da Konstantiniyye'yi fethettiler. 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'ya ruh ve şekil veren Ahmet Yesevi'nin dervişleri ve Horasan erleri, Kuzey Afrika'yı İslamlaştıran Senusi, Mergani ve Ticani tarikatlerinin mensupları, Uzakdoğu ve Güney Asya'ya ulaşan zahit ve sûfîler, "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel olan bir şekilde mücadele et." ferman-ı ilahiyesiyle kalplerin fethini gerçekleştirdiler.

Cava Ada'sını fetheden dokuz veli ve Kazeruniyye tarikının bağlıları da gönülleri fethettikten sonra ülkeleri ellerine geçirdiler. Osman Gazi oğlu Orhan Gazi'ye "Oğlum kuru kavga ile cihangir olma sevdası bize yaraşmaz. Bizim maksadımız Allah ve din yolunda mücahid olmaktır." nasihatiyle Alpaslan'dan beri Anadolu'nun ve Osmanlı Medeniyetinin ruh köküne vücut veren zihniyete tercüman olmuştur.

Kıyamete kadar mühlet isteyen şeytan ve avanelerine karşı mücadeleyi her an diri tutup, kafalardaki ve gönüllerdeki karanlıkları ilimle, irfanla, zikirle aydınlığa kavuşturmalı, "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır." gerçeğini kendimize şiar edinip her zaman yeni fetihlere yönelmemiz gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Hicrî dördüncü asrın büyük mutasavvıfı Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir gün camiye gidiyordu. Çamurlu yolda ayağı sürçünce düşmemek için oradaki duvara tutundu. Duvar kirlenmişti. Düşündü;

"–Henüz ezana vakit var. Önce duvarın sahibine gidip helâllik alayım!” dedi. Gidip duvarın sahibini buldu. Adam mecûsî idi. Durumu anlatıp helâllik diledi. Mecûsî hayretle;

"–Dîniniz gerçekten bu kadar dikkatli ve ihtiyatlı davranmanızı emrediyor mu?” diye sordu. Muhatabından hâlisâne bir şekilde;

"–Evet!” cevabını alınca da;

"–O hâlde ben de Allâh'a ve Rasûlü Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e îmân ettim!” dedi. Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri'nin bu güzel davranışı bereketiyle o hânede yaşayanların hepsi müslüman oldu…

"İnsanlar, hükümdarlarının dîni (yolu, usûlü) üzeredir.” sözü fehvâsınca, halk da başındaki kişilere benzeme yolunu tutuyordu.

Emevî halîfelerinden Velid bin Abdülmelik, güzel binalara meraklıydı. Onun devrinde insanlar da ona bakarak emlâk ve bina merakına düştüler. Meclislerde ve mahfillerde devamlı inşaattan bahsedilir oldu.

Süleyman bin Abdülmelik, yiyip içmeye düşkün bir hükümdardı. Onun zamanındaki insanlar da yeme-içme lâkırdılarıyla vakitlerini israf ederlerdi.

Sonra; zühd ü takvâsı, adâlet ve rikkatiyle beşinci halîfe nâmıyla anılan Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- halîfe oldu. Onun döneminde halk; ibâdet, tâat ve infakta yarışır hâlde idi. Bilhassa ailevî meclislerde;

"Bu gece evrâdın ne idi, Kur'ân-ı Kerim'den kaç âyet hıfzettin, bu ay kaç gün oruç tuttun ve ne kadar infakta bulundun?” gibi sözler konuşulur, böylece gönüller birbirlerini hayra teşvik ederlerdi. (Taberî, Târihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, Kâhire, 1939, V, 266-267)

 

 


Yazarın Diğer Yazıları