OSMANLIDA EDEB

Değerli tarih dostlarım içinde bulunduğumuz ramazan ayı dolayısıyla sizlerle milli tarihimizin en büyük kazanımı olan edep konusunu gündeminize taşımak ve tarihimizde ülkemizi ziyaret eden Avrupalı müsteşriklerin Osmanlı toplumunun edebine ilişkin izlenimlerini paylaşmak istiyorum. Çünkü edep yaşadığımız zaman diliminde belki de en büyük eksikliğini çektiğimiz ıstırap veren konulardan birisi olmaya devam ediyor.

Dedelerimiz bu konuda o kadar büyük bir özene sahiptiler ki eskiden kapıyı kapat denmezdi. Allah kimsenin kapısını kapatmasın düşüncesiyle kapıyı ört veya sırla denilirdi. Lambayı söndür denilmezdi. Allah kimsenin ışığını söndürmesin düşüncesiyle lambayı dinlendir denilirdi. Lamba yakılmaz, uyandırılırdı. Kişi uyandırılmak için sarsılmaz "agâh ol erenler” diye seslenilirdi.

 

Hanımlar eşlerine efendi, bey diye seslenirler, hanımefendiliklerine yakışır bir üslup taşırlardı. Eşlerinin bey, efendi olmadığı bir evde kendilerinin de bir hanımefendi kimliği kazanamayacaklarını bilirlerdi.

Kapıdan çıkılırken mekâna arakasını dönmemekte önemli edeplerdendi.

Bugün çocuklarımızın edepsizlikleri cesaret, özgüven, zekâ alameti olarak tanımlanmakta adeta edepsizlikler iltifata tabi tutulmaktadır.

Kıyafet konusunda edep çizgisi çoktan aşılmış adeta isyan noktasına taşınmıştır. Buna karşı Müslüman kimlik ve şahsiyetler bu edepsizlik noktasında şikâyetlerini, düşüncelerini ifade etmek şöyle dursun kendi mahremiyet algılarından dolayı ayıplanır, kınanır duruma düşürülmüşlerdir. Bakın tarihimizde ülkemizi ziyaret eden Avrupalı müsteşriklerin dikkatini çeken ve bizzat kendileri tarafından yazılı olarak kayıt altına alınan dedelerimizin ahlaki vasıfları nelermiş? Bizzat onlardan yapmış olduğum alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum;

 

Muradgea d'Ohsson'un sözlerine kulak verelim:

"Osmanlı toplumunun hemen hepsinin tavırlarında, görülen vakar, medeni hayatın, her türlü harici fiil ve hareketlerinde göze çarpan edep ve terbiye ve bilhassa makam sahiplerinin kıyafet ihtişamı, selamlaşma tarzı toplumun asaletini artırmaktadır.”

"Şunu da itiraf etmelidir ki Müslümanlar, bu gibi nezaket ve terbiye kurallarına ne kadar uygun hareket ederse etsinler, yine de hepsinin de ortak özelliği olan azamet ve vakar edasını da muhafaza etmekten geri kalmamaktadırlar.”

 

Thomas Thornton'un Osmanlı toplumunun ahlaki yapısına ilişkin tespitleri de şu şekildedir;

"Türkler ağırbaşlı ve düşüncelidirler. Türklerin umumi vasıfları olan ağırbaşlılık, vakar, nezaket gereği selamlaşma merasimlerine büyük bir heybet ve sıcaklık katar.”

" Türkler ağır başlı ve sakin görünürler, bütün eğlenceleri sükûnet içerisinde geçer. Bunun aksi tavırları çılgınlık ve hafiflik kabul eder. Hatta sükûttan zevk alırlar. Hareketlerinin ağırlığında bir haşmet ifadesi gözlemlenir. Hayatının ciddi işler dışında her anını tefekkürle geçirirler. Erken yatıp gün doğmadan kalkarlar.”

Amedee Jaubert'in ifadelerinde de Türk toplum ahlakının aileye kadar uzanan boyutu hakkında orijinal bilgiler edinmek mümkündür;

"Baba otoritesi bizim toplumlarımızdan daha kuvvetli olduğu için oğullar babalarına hep hürmetle davranırlar. Pek erkenden o kadar derin bir hürmete alışırlar ki, bir yabancı o hali görünce onları evin uşağı zannedebilir. Babalarının huzurunda ayakta durup sükût içerisinde emirlerini beklerler. Yemekte hizmet ederler. Gözlerimizle gördüklerimiz işte bunlardır.”

 

Fransız seyyah Du Loir 1654

Osmanlı toplumunun yardımlaşma ve paylaşım noktasında taşıdığı özelliklerin neler olduğunu ülkemizi 1588 yılında ziyaret etmiş olan Fransız seyyahından dinleyelim:

"…Bu hana (kervansaray) tıpkı Müslüman Osmanlılar gibi Hıristiyanlar da kabul edilip üç gün müddetle ihtiyaçları temin edilir. Çünkü Osmanlılar hayrat (hayır hizmetleri), din farkına bakmaksızın bütün insanlara şamildir(tüm insanlar için geçerlidir) derler.”

 

Bir Türk düşmanı olarak tanınan Avukat Guaer "Moeurs et usages da Turcs” adlı 1746 – 1747 tarihinde Paris'te basılan eserinde toplum hayatımıza ilişkin şu ifadeleri kullanmaktadır;

"Onlarda (Osmanlılarda) hayır işleri birçok şekilde yapılır. Kimisi hapishaneleri ziyaret edip borç için yatan mahpusları kurtarır; Kimisi ihtiyaçlarını açıklamaktan utanan fakirlere dağıtılmak üzere cami imamlarına para bırakır; Kimisi ölmüşlerinin ruhu için Kur'an okumak üzere vakıf tesis eder; kimisi cenazeyi yıkayıp defnettikten sonra sevabı ölen kişiye bağışlanmak üzere fukaraya yiyecek dağıtır. Bu suretle sağları ölenler için dua etmeye davet ederler. Kimisi borcunu ödeyememiş bir ölünün hesaplarını tasfiye ederek o kişiye ahiret huzuru sağlamaya çalışır.”

Conte de Marsigli

Uzun bir yolculuktan sonra yorgun ve hararetten bitik hale gelmiş yolcuların susuzluklarını temiz sular ile giderecek çeşmelerle, vücutlarını dinlendirecek çayırlıkları yol boylarına düzenleyen ruh işte bu saygıdeğer ruhtur. Besmelesini çeken yolcu buraya ancak dini bir minnet hissiyle yaklaşabilir. Zincirlerle asılan bir tas ve yalağın kenarına konulmuş alelade bir su kabı vardır. Yolcu bunu alır, kullanır, yıkayıp temizler ve öpüp başına koyduktan sonra kendisinden sonraki yolcunun aynı yerde ve temiz bulması için gene kabı aynı taşın üstüne bırakır. Bu çeşmeleri kurduran şefkat hissi, aynı zaman da hayır sahibinin etrafa gölge salan yemiş ağacı dikmesine de sebep olur. Çok defa kendi kabri, hem evlat ve ahfadının mezarları işte o ağaçların altında görülür.”

 


Yazarın Diğer Yazıları