EVDE KALDIK, KALIYORUZ

Türkçemizde, evlenemeyen, nasibi çıkmayan, evlilik yaşını geçen genç kız ve erkekler için "evde kaldı” deyimini kullanırız. Bu sefer koronavirüs sebebiyle hepimiz evlerde kaldık, kalıyoruz.

Korona virüs denilen illet, insanları evlere kapatmayı başardı. Bombaların yağdığı savaş bölgelerinde bile insanlar bu kadar evlere kapanmamıştı. Toptan, tüfekten yılmayan, korkmayan bizler, gözle görülmeyen küçük bir virüsten korkarak evlere sığındık. Hiç ölmeyecekmiş gibi sağlam ve lüks evler yapan bizler, maalesef dışarıdaki ışıltılı hayatın cazibesinden dolayı evlere çok ihtiyaç duymuyorduk. İşten- güçten dolayı evlerimizde çok oturamıyorduk. Adeta evlerimiz geceden geceye uyumak için kullandığımız oteller haline gelmişti. O ömür boyu para döktüğümüz, harcama yaptığımız evlerimizle sadece övünüyorduk. İşte koronavirüs afetiyle birlikte çok oturamadığımız evlerimize döndük, bugünlerde "şükür ki evimiz var, aç-açıkta değiliz” diyoruz.

Canlılar içinde hayat boyu mazbut bir eve veya sıcak bir meskene ihtiyaç duyan tek canlı varlık insanoğludur. Diğer canlılar tabiat şartlarında, çok zaman bir taş kovuğunda, bir ağaç dalında, çer-çöpten yapılmış kuş yuvasında, bir duvar dibinde yaşayabilirler. Kalın derileri ve kaba yünleri onları korumaya yeter. İnsanoğlu ise ana rahminden başlayarak soğuktan ve sıcaktan koruyan muhafazalı mekana hayat boyu ihtiyaç duyar. Evsiz ve elbisesiz yaşayamaz insan. Hepimiz hayatımız boyunca ilk önce bir ev sahibi olmak için çalışırız, kazancımızın büyük bölümünü ev edinmek ve süslemek için harcarız, adeta ev için yaşarız ama yaşamımızın çoğunu evin dışında geçiririz. Çoğumuza da bin-bir zahmetle yaptığımız veya aldığımız ve içinde yaşadığımız evde ölmek bile nasip olmaz, hastane köşelerinde, yoğun bakımlarda ölürüz.

Evet, büyüklerimiz, " dünyada mekan, ahirette iman” demişler. İnsan için ev, hayatın kendisi, geleceğin güvencesidir. Bizim köyde evlerin salonlarına, odalar arasındaki geniş mekana "hayat” derler. Ev sahibi olmak için hayatımızı veririz, sağlığımızdan oluruz ama o evde ölmek bile nasip olmaz. "Bir evim olsa başka bir şey istemem, kendi evimde ölebilsem” diyen pek çok insan bilirim.

Maalesef son yıllarda huzuru evin dışında arayan bir toplum olduk. Düğün yapıp evleniriz, ilk günlerimizi, balayımızı dayalı döşeli evimizde değil, otellerde, tatil merkezlerinde geçirmeyi tercih ederiz. Gece yarılarına kadar gece kulüplerinde, eğlence merkezlerinde, kafelerde vakit geçiren, evine sabaha karşı gelen gençlerimiz var. Eli boş olan emekliler bile, evlerimizde çocuklarımızla, eşlerimizle çok oturmuyoruz artık, gündüzleri o park benim, bu park senin geziyoruz, süper marketlerde, kahvehanelerde saatlerimizi dolduruyoruz. Adeta evlerimiz sıkıcı tartışma mekanları oldu. Sadece geceleri uğrayıp uykumuzu aldığımız, bir misafirhane gibi gördüğümüz, çok zaman sabahleyin kahvaltı yapmadan çıkıp gittiğimiz, bir de hafta sonlarında öğle vaktine kadar istirahat ettiğimiz soğuk yapılar oldu evlerimiz.

Halbuki kültürümüze evler sıcaklığın, huzurun, güvenin adresiydi. Çocuk çoluk özlemini giderdiğimiz, onlarla birlikte yer sofrasında yemek yediğimiz, eşimizin veya annemizin marifetli ellerinden çıkan yöresel yemekleri tattığmız, sevdiklerimizle hasret giderdiğimiz, eşimizin yüzüne batıkça doyduğumuz, çocuklarımızı kucağımıza aldıkça, dizimize oturttukça stresimizi attığımız huzur ve sükunet mekanlarıydı evler. Nihayet bir virüs vesilesiyle evlerimizin o güzelliğini, o esrarını, o sıcaklığını, o güven ortamını yeniden keşfettik, hatırladık, yaşadık, yaşıyoruz. Belik yalnız yaşayanlar sıkıldı, kendini dışarı atmak istedi ama işinin yoğunluğundan ve monotonluğundan bıkanlar, evin sıcaklığını özleyenler, çocuk ve torunlarını sair zamanlarda çok az görebilenler, okumaya zaman ayıramayanlar halinden memnun.

Ev, sükunetin adresidir, onun için adı meskendir, hanedir. Millet denilen ulu ağacın çekirdeği evlerde filizlenir, büyür, meyveye durur. Evler, sokakları, sokaklar caddeleri ve şehirleri oluşturur. Son yıllarda güzel evler yaptık ama içerisinde sıcak sohbetler yapamıyorduk. Ev diye gösterişli yapılar yaptık, o güzel evlerimizle övündük, ama zekat olarak içlerinde misafirler ağırlayamıyorduk.

Ev, aile için örtüdür, güvendir, mahremiyettir, barınaktır, huzur ve saadet yurdudur, ilk eğitim yuvasıdır, ilk mekteptir. Onun öğretmeni annedir, idarecisi de babadır.

Evet, son yıllarda deprem korkusuyla evlerimiz son teknolojiyle yapılmaktadır, ışıl ışıldır. Kazancımızın yarıdan fazlasını evlerimizin süsleri için harcıyoruz. Yemeyiz içmeyiz ama evlerimizi süsleriz, güzelleştiririz. Artık akıllı evlerimiz vardır, işyerlerinden bile gözetliyoruz. Sensörlü, şifreli kapılarımız var, izinsiz kimse rahatsız etmiyor. Evlerimizin dışları da içleri de göz kamaştırıyor ama o evlerde vakit bulup oturamıyoruz. Süslü balkonlarımızda, yüksek teraslarımızda bir çay keyfi yapamıyoruz, misafirlerimizi bile parklarda, kafelerde, restoranlarda ağırlıyoruz, düğünlerimizi salonlarda yapıyoruz. En yakın dostlarımız, annelerimiz- babalarımız bile evlerimize misafir olmuyor, onlarla beraber oturmuyoruz. Altı odalı evlerimizde iki veya üç kişi yaşıyoruz. Televizyonlarımız ve akıllı telefonlarımız dost olarak bize yetiyor.

Akşamdan akşama uğradığımız evlerimizde bugünlerde gün boyu oturmak zorunda kaldık. Bir küçük virüs bizi sokaklardan kovdu, evlere hapsetti, şer bildiğimizden bir hayır doğdu. Corona virüsü bize evlerimizde sohbet yapmayı, okumayı, telefonlarla da olsa dostlarımızı aramayı öğretti. Virüs bize hoş zaman kazandırdı. Virüs bize bulduğumuzla yetinmeyi, evlerimizde üç öğün yemek yapıp yemeyi de öğretti.

Çok şükür evlerimizi keşfettik, güven ve huzurun evlerde olduğunu öğrendik. Bu arada evsizlere acıdık, onların yerine kendimizi koyduk. Gördük ki bombalar bile bizi evlere hapsedemezken, gözle görülemeyen bir küçük virüs bizi evlere hapsetmeyi başardı. İyi de yaptı, evlerimizi özlemiştik, çocuklarımıza hasrettik, birlikte kitap okuyamıyorduk, birlikte ibadet yapamıyorduk. İlk defa Cuma saatinde evde olduk ve öğle namazımızı kıldık. İlk defa çocuklarımızla bilmece çözdük. İlk defa evlerimizde kaylule uykusu çektik. İlk defa evlerimizin penceresinden boş caddeleri seyrettik. İlk defa "temizlik imandandır” hadisinin sırrına sahit olduk. İlk defa dışarıdan gelen çocuklarımıza elimizi öptürmedik.

Koronavirüs bizleri sadece evlerimize hapsetmekle kalmadı, bize sünnet üzere yaşamayı, yemekten önce ve sonra ellerimizi yıkamayı öğretti, günde beş vakit abdest almanın hikmetini anlattı. Hasılı bir virüs vesilesiyle kendimize, özümüze ve evimize döndük.

Yazarın Diğer Yazıları