İSLAM BARIŞ GÜCÜ ŞART


      Bu ülkenin sınırları, 780 bin kilometre kare topraklardan ibaret bir coğrafya değil. 1918 ve öncesinde dışarıda bırakılan en on beş milyon kilometrelik topraklar da bu ülkenin parçasıdır ve öksüz-yetim kalmış topraklarıdır. Bu millet, sadece kendi dilini konuşanlarla değil, bir buçuk milyardan fazla müslüman nüfusla da kardeştir, aramızda din kardeşliği hukuku vardır. Bu ülkenin insanları, "biz yedi yüz seksen bin kilometre toprak parçasından sorumluyuz, sınırlarımızın dışındaki topraklar ve bu büyük aileden koparılmış öksüz- yetim kalmış insanlar bizi ilgilendirmez, bize dokunmayan yılan bin yaşasın” diyemez. Hasılı biz, seksen beş milyondan ibaret bir millet değiliz. En az bu nüfusun üç katı kadar aynı dili konuşan soydaşımızın yanında aynı dine inanan iki milyara yakın insanla da kardeşiz. Acıları acımız, sevinçleri sevincimizdir. Daha yüz yıl önce dışarıda bıraktığımız topraklar var ki, o topraklar üzerinde yaşayan insanlarla yemeklerimiz, müziklerimiz, gelenek ve göreneklerimiz, aile yapılarımız, nefret ve zevklerimiz, hatta duygu ve düşüncelerimiz aynıdır. Bu insanlarla beraber ağlarız, birlikte seviniriz. İşte bu ortak duygularımızın yeşerdiği topraklardan birisi de bugünkü Filistin.
       Filistin, üç açıdan bizi ilgilendirir: Başta bu topraklar, bundan 105 sene evvel emaneten bırakmak zorunda kaldığımız vatan parçası, ata yurdumuz. İkinci olarak, Mekke ve Medine'den sonra kutsal olduğuna inandığımız, Kur'an'ımızda "etrafını mübarek kıldığımız topraklar” diye vasfedilen, tarih boyunca bütün peygamberlerin yaşadığı, izlerinin bulunduğu topraklar.
Üçüncü olarak, Peygamberimizin, kandillerinin yağını koymak için bizi görevlendirdiği, Hazreti Ömer tarafından fethedilen, ilk kıblemiz, ziyaret etmesi ibadet, içinde kılınan namazın daha faziletli olduğuna inandığımız, miraç mucizesinin gerçekleştiği Mescid-i Aksa'mızın o topraklarda bulunmasından dolayı o topraklarla ilgilenmek bizim dini vecibemizdir. Bu toprakları göz
ardı eden müminler asla başarıya ulaşamaz, düşmanlara yem olmak zorunda kalır. Mescid-i Aksa'yı sevmek imanımızın alametidir.
Mescid-i Aksa'ya karşı içinde muhabbet olmayan insan imanını sorgulasın.
     Evet, bizler 1918'de Mondros ateşkes antlaşmasıyla birlikte o toprakları tekrar dönmek üzere emaneten bırakmak zorunda kaldık.
Üstelik bir manga askerimizi de Mescid-i Aksa'nın kapısında nöbetçi bıraktık. Çünkü Kudüs bizim için İstanbul kadar önemliydi. O zaman bazı komutanlarımız hangi saikle hareket etti bilinmez, o toraklardan askeri, özellikle yedinci orduyu Diyarbakır sınırlarına kadar çektiler. Çekerken direnince vereceğimiz kayıptan daha çok kayıp verdik. O çekilmemizden cesaret alan düşmanlarımız, başta Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan olmak üzere batılı güçler ülkemizin diğer topraklarını da işgal ettiler ve İstiklal savaşını vermek zorunda kaldık. "Çanakkale geçilmez” dedik ama "Kudüs- Gazze geçilmez” diyemedik. Bugün biz burada ağlarız onlar orada. Tıpkı anasından ayrılmış çocuk, çocuğunda koparılmış anne gibi. Bugün Gazze'de kan ve gözyaşı sel olmuşsa bunda bizim geçmişte yaptığımız hatalar var. Bugün ülkemizde çeşitli tabii afetler yaşıyorsak, üzerimizde bela ve
müsibetler eksik olmuyorsa, iki yakamız bir araya gelmiyorsa, üzerimizde Mescid-i Aksa'mızı öksüz bırakmanın vebali var.
İsrail gibi zalim bir devletin kuruluşuna geçmişte göz yumduk, seyirci kaldık, hatta resmi olarak tanıyan ilk devletlerden olduk. Zulme seyirci kalmak da zulümdür.
      ABD, kıtalar ötesinden gelip gemilerini oraya demirliyorsa o toprakların eski sahipleri olarak bizim burada eli kolu bağlı kalmamız Allah'ın gazabını celbeder. O çocuklarının gözyaşını göremeyen bir millet iflah olamaz, huzur bulmaz, başka türlü belalarla karşı karşıya gelir.
    Öğrendiğimize göre Filistin'de özelde Gazze, sadece kutsal mekanlardan ibaret değil, o toprakların altı, bugün dünyanın muhtaç olduğu gaz ve petrol yatağı. O enerji kaynaklarının Müslümanların elinde olmasını batılı güçler istemiyor. O kaynaklara sahip olan dünyaya kafa tutar. Pandemi ve sonrasında Avrupalı, bu enerji sıkıntısını yaşadı, bir daha yaşamak istemiyor. Devlet olarak, millet olarak  Akdeniz'deki kaynaklarımıza sahip olmalı, her an tetikte, her an mütayakkız olmalıyız. Emperyal güçlere direnmek için silah gücüne sahip olmalıyız.
     Sonuç olarak acilen 57 ülkesinden gelecek askerlerle bir "İslam Barış Gücü Ordusu" kurmalı ve Gazze gibi kan akıtılan topraklara barış gücü olarak müdahale etmeliyiz. Evet, NATO gibi Türkiye önderliğinde, İslam İşbirliği Teşkilatı olarak ortak bir İslam ordusu kurulmalı ve bu ordu zulüm gören topraklarda "Barış Gücü” olarak bulunmalı. Sadece ağlamak ve kınamak yetmez, eyleme geçmeliyiz. Vebalimiz büyük. Rabbim görünmez ordularıyla Gazzelinin imdadına yetişsin. "Allah, bazı insanların eliyle bazılarını def etmeseydi dünyada fesat yayılırdı, lakin Allah alemler üzerine lütuf sahibidir." (Bakara suresi,251)

Yazarın Diğer Yazıları