Komşuluk Kültürü Ve Yatay Mimari

Sanayinin gelişmesiyle insanları belli sanayi çevrelerinde ve şehir mekanlarında toplanmasına yol açtı. Buralardaki mekanların darlığı, arazinin pahallığı insanları giderek dikey mimariye yöneltti. Büyük şehirlerimiz adeta bina ormanına dönüştü, orman içinde yerleşim yeri veya yerleşim yerleri içinde ormanlarımız kalmadı. Bu da bizi biz yapan komşuluk ilişkilerimizi, sıcaklığımızı, misafir severliğimizi, dayanışma kültürümüzü yok etti. Artık insanlar kalabalıklar içinde yalnız kaldı.

Her milletin kendine özgü bir komşuluk kültürü ve yaşam tarzı var. Bizim milletimiz de komşuluk daha bir önemli. Bu milletin birliğini, beraberliğini ve kardeşliğini sağlayan da bu komşuluk kültürüdür. İnancından kaynaklanan bu komşuluk kültürü, dayanışma ve ziyaretleşme kültürü, son yıllarda kaybolma noktasına geldi. Bunda da apartman ve site hayatı etkili oldu. Şehir hayatında çok katlı evlerde oturmak zorunda kalan ve evlerini bir otel olarak gören ve kullanan insanlar, aynı kapıdan girip çıktığı halde birbirini tanıma ihtiyacı duymamaktadır. Aynı site veya apartman kapısından girdiği halde selamlaşmayan, birbirini tanımayan, cenazede, düğünde dahi bir araya gelmeyen insanlar olduk. İnsanlar komşusunun öldüğünü kapıdan tabutu çıkarken fark ediyor. İnsanlar artık evinde misafir ağırlamıyor. Kahvehanelerde, çay bahçelerinde karşılıyor, buluşuyor, görüşüyor, sohbet ediyor. Düğünlerini bile evinden, mahallesinden çok uzaktaki düğün salonlarında yapıyor insanlar. Dolayısıyla birbirimizin adresini, evini bilmiyoruz, bilme ihtiyacı da duymuyoruz. Bir tanıdığımız ölürse taziyemizi kabristanda yapıyoruz, düğünümüzde akrabalarımızı salonlarda karşılayıp ağırlıyoruz. Artık evlerimiz huzur ve sükunet mekanı olmaktan çıktı ve misafir ağırlama işlevini kaybetti. Sadece gece yattığımız, geceleri çekirdek çitlediğimiz, ailemizle televizyon izlediğimiz, aile bireyleri olarak geceden geceye birbirimizi görebildiğimiz, hafta sonu uyuduğumuz mekanlar haline geldi. İster istemez giderek birbirimizden uzaklaşıyoruz, aramızda komşuluk ve akrabalık bağları çözülüyor, "komşu komşunun külüne muhtaç” atasözümüz anlamını yitiriyor. Böyle giderse giderek millet olma vasfımızı da kaybedeceğiz.

Evet, bizi değerlerimizden uzaklaştıran amillerden biri dikey mimaridir, kalabalık şehirlerde, yüksek katlı evlerde birbirimizden habersiz oturma zorunluluğudur. Dikey mimari, hem komşuluk kültürümüze darbe vurdu, hem yeşili katletti, hem güneşimizi kesti, evlerde sağlıklı yaşamamızı engelledi, topraktan uzaklaştırdı, strese, psikolojik, nörolojik ve romatizmal hastalıklara yol açtı. Dikey mimari depremlerde ölümleri ve maddi kayıpları da artırdı. Şehirlerin bağrına çivi gibi çakılan yüksek katlı binalar, adeta günümüzün asri hapishaneleri oldu. Yüksek katlı evlerle birlikte gönül kapılarına da kilitler vuruldu, toplum ayrıştı, sokaklar gülünen –oynanan, merhabalaşılan, selamlaşılan mekanlar olmaktan çıktı, güvensiz ve karanlık ortamlara dönüştü. Evet, beton soğuk olduğu için binalar da soğuktur, içinde oturan insanlar da soğuk oldu.

Evet, insan sosyal bir varlıktır, topraktan yaratılmış, topraktan beslenmiş, toprağa gidecektir. Dolayısıyla toprağa, yeşile ve hal ve hatırını soran komşuya ihtiyacı vardır. Birçok hastalığımızın, özellikle psikolojik rahatsızlıkların ilacı topraktır, toprakla karışmak, toprağa basamaktır. Toprak vücudumuzda biriken elektriği alır, o yüzden beş vakit namazda secde ederiz. Yanlış anlaşılmasın, secde Rabbimizin yüceliği karşısında yapılır, onun emridir ve ibadetin en yüksek kısmıdır. Rabbimizin her emir ve yasağında bir hikmet, dünyevi bir fayda olduğu gibi secde de vardır. Bu gün yüksek katlı evlerin arasında o sağlık veren toprağı kaybettik, huzur veren sokakları kaybettik. Çocuklarımız toprakta yuvarlanmalı, sokaklarda oyun oynamalı, kapı önlerinde kadınlarımız laflamalı, erkeklerimiz iş çıkışlarında selamlaşmalı, birlikte çay içmeli, evlerin avluları özellikle ev kadınları için komşularıyla sohbet ortamı olmalı. Böyle bir sokak ve mahalle hayatı ve kültürü de, ancak iki veya üç katlı bahçeli evlerden kurulan mahallelerde mümkündür. Çevresi yapılaşmaya müsait olan, etrafı tarım arazisi olmayan şehirlerimizde yatay mimariye geçilmeli, komşuluk kültürümüz yeniden canlandırılmalıdır. Öbür taraftan tarım arazileri korunmalı, tarıma elverişli topraklarda yapılaşmaya izin verilmemelidir, tarım arazilerinde kurulan mevcut yapılara ve şehirlere yoğunluk verilmelidir, bu yerleşim yerleri yayılmamalı. Çumra ilçemiz de bu tarım arazisi üzerine kurulan şehirlerden biridir. Yayılmaması için her türlü tedbir alınmalıdır.

Sonuç olarak yeni bir mimari anlayış şarttır. Her sokakta boş alanlar ve çocuk parkları bulunmalı, buralarda düğünler yapılmalı, iftarlar açılmalı. Evler çok yüksek ve sık olmamalı, birbirimizin güneşini kesmemeli. Belediyelerimiz sadece asfalt yol yapmakla yetinmemeli, gönüllere de yol açmalı, köprüler kurmalı, huzur mekanları kurmak için yeni projeler üretmeli.


Yazarın Diğer Yazıları