CEMİL MERİÇ (2)

 

TYB'deki uzun soluklu programlar bir günlük yazıyla bitmiyor. Programlar dolu dolu, konuşmacılar birikimli olunca ortaya kaliteli ve dinleyenleri dinlendiren güzellikler çıkıyor. Bu nedenle dünkü Cemil Meriç yazımı bu gün de devam ettirmek istedim. Yazı ister istemez kendini bugüne sarkıttı. Şair Yazar Burhan Sakallı; "Cemil Meriç” sohbetine şöyle devam etti:

"Henüz 17 yaşında Antakya'da lise öğrencisiyken, Andre Gide'in çıkardığı dergiye abone olarak takip etmiştir. Aynı yıllarda iki Fransız ve bir Türk gazetesine de abonedir.

Balkan savaşları döneminde Hatay'a göç eden bir ailenin üçüncü çocuğudur. Arkadaşları genel olarak onu itip ötekileştirince "Ben de kitaplara ve kütüphaneme sığındım” diyor. Durum, yaşı ilerledikçe de değişmiyor, "Hayatın kıyıcılığından ancak kitaplara ve kütüphanelere sığınarak korunabildim. Aslında gönlümden geçen, miskinler tekkesi dediğim o fildişinde kalmak ve yaşamak değildi. Gelin görün ki gözlerimin olmaması beni buna mahkûm etti.

"İmandan şüpheye, şüpheden inkâra, inkârdan maddeciliğe benim yolculuğum. Bütün bir gençliğim Allah'sız çöllerde akan bir ırmaktır. Marks'ın ve şakirtlerinin bendeki etkileri budur ” diyor. Meriç o maddecilik kısmında kalmayıp bu sefer kültüre, kültürden de irfana dönmeyi başarabilmiş bir insan. Acaba gözlerini erken yaşta kaybetmemiş ve üretebilecek bir insan için erken olan yaşta vefat etmemiş olsaydı yolculuğu nereye kadar devam ederdi, onu bilmiyoruz. Ama gözlerini kaybettikten sonra yazdığı eserleri bize bu konuda fikir veriyor.

Lise üçüncü sınıfta Madde ve Kuvvet'i okuyor. Fransızlar onun varlığını sorun olarak görüp liseyi bitiremeyince gittiği İstanbul'da Nazım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanışıyor. 17-18 yaşındayken Stalin'in Teori ve Pratik'ini tercüme ediyor. Aynı dönemde batılı bir yazarın maliye ile 400 sayfalık bir kitabını tercüme ediyor ama kendi adına basılmadığı gibi tercüme parasını da alamadığını kitaplarında yazıyor. Yargılandığı mahkemede Marksist olduğunu söylemiş ama bununla ilgili "Mahkemede Marksist olduğumu söylediğim dönemde henüz bir işçinin elini bile sıkmamıştım. Marksist oluşum tümüyle teorik olduğu gibi Türkçülüğüm de tümüyle teoriktir” diyor.

Meriç 18 yaşını tecessüsün yıldızlara yelken açtığı, fetih ve macera çağı olarak tanımlıyor ve "19'unda putperesttir insan” diyor. Çocukları ve gençleri anlamak için bunlar bize ipucu olabilir.

Bir yazar "Elimde imkân olsa Bu Ülke'yi okullarda okuma kitabı olarak öneririm” diyor. Hakikaten Cemil Meriç'in kitaplarından hepimizin öğreneceği çok şey var. Eğer bugün yaşadığımız, gençlikle ilgili bir buhran varsa, aydınlar ve entelektüellerle ilgili bir buhran varsa; daha doğrusu bugün düşünce ya da inanç buhranı varsa bu konuda Cemil Meriç bizim için iyi bir referans, iyi bir yol gösterici olabilir. Cemil Meriç'in anlattığı Türk aydını ile 70-80 sene sonra karşılaştığımız Türk aydını, münevveri arasında çok fazla bir fark yok.

Bu Ülke'de çok ciddi anlamda Türk entelektüllerinin, aydınlarının ciddi bir sorgulaması ve eleştirisi var. Bu eleştiri ve sorgulamalar bugün de ne yazık ki geçerliliğini koruyor. Köklerine inememek, kendi insanına uzak düşmek mesafeli olmak, kendi yaşadığı ülke ve coğrafyanın değerleriyle barışık olamamak hatta düşmanca bir tavrının olması o günden bu zamana maalesef çok değişmiş değil. Dolayısıyla Cemil Meriç 1920'lerde, 30, 40'larda aslında 2000'lerin Türkiye aydın ve entelektüelinin fotoğrafını çekiyor.

Kendisi de söylüyor; Cemil Meriç sağcı mı; asla sağcı değil. Solcu mu hayır asla değil. Ama büyük bir arayışı olan, büyük varlık sancıları çeken, büyük bedeller ödeyen, kendisini Türk irfanına adayan münzevi ve meraklı, ilgili bir aydın. Kendisi de söylüyor "Sağ okumuyor, boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kopuk, küskün” diyor. Bir röportajında "Benim gibi bir adam ne sağcı olabilir ne solcu olabilir. Ben hiçbir kilisenin papazı ve rahibi olamam. İdeolojiler aklımıza giydirilmiş deli gömlekleridir diyen adamın kendini sağcı ya da solcu olarak ifade etmesi zaten mümkün değil. Çünkü baştan bu ideolojilerin batı kaynaklı olduğunu söylüyor. Bu noktada güzel bir sözü var;

”Bir entelektüelin, bir aydının başlıca görevi önce kendi öyküsü ve değerlerini yabancı ve düşman milletlere karşı savunmaktır” diyor.

Dolayısıyla sağcı, solcu değil ama antiemperyalist olduğu kadar büyük idealleri olan, büyük bedeller ödeyen, kültür ve inanç sancıları çekmiş, Türkiyeli bir yerli aydındır.

Cemil Meriç "Benim trajedim şu; sevebileceklerim dilsiz, dilimi konuşacaklarla da konuşacak bir lakırdım yok. Tanzimat'tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyor; aldanmak ve aldatmak. 1839'dan beri bu ülke su alan bir gemidir” diyor.

Sözün özü; batılılaşma, çağdaşlaşmaya bakışını anlatıyor. Avrupa'yı tanımamak gaflet; Avrupa'yı tanıyan ise ülkesinden kopuyor. İşte bizim çıldırtacak çelişkimiz” diyor. Tam da bugünlere denk düşen bir tespit değil mi? Şimdi de hükümete karşı propaganda olarak Türkiye bir doktor, bir mühendis kaybetti, Avusturya, Almanya bir doktor veya mühendis kazandı diye sosyal medyada yapılmaya çalışılan propagandalar buna örnektir.

Değerlerimize sahip çıkmak, fikir ve düşünce adamlarımızın kıymetini bilmek hepimizin boynunun borcudur. (24 HAZİRAN 2022)


Yazarın Diğer Yazıları