ALMANYA’DA TÜRK OLMAK -1-
BİR ÖZÜR
TEVHİD’İN HAYATA YANSIMASI
İNSAN OLMAK VE İNSAN KALABİLMEK İÇİN…
Gerçek Olan Kazanır
TÜRKİYE VE SMO SURİYE’DEKİ OYUNU BOZDU
BAŞARI; ÇALIŞMAKLA MÜMKÜNDÜR
İki yüzlülüğün nirvanası
SURİYE’NİN BÖLÜNMESİ
Kira enflasyonu dezenflasyon sürecini baltalıyor
DÜNYA EDEBİYATLARINDA KÖY VE KÖYLÜ İNSAN
Her Galibiyet Değerlidir
Mecelle Pusulası (Altın Formül İçerir)
BAĞIŞIKLIĞINIZI BESİNLERLE GÜÇLENDİRİN
Kaybedilen İki Puan
İnce Minaremizi İsteriz
Bugünlerde araçlarda kış lastiğinin önemi ve zamanı
Alfa Romeo Junior
ÖCALAN SİLAH BIRAKIN DERSE NE OLUR?
KONYALISIN ETLİEKMEK
Maserati'li Polis memuru Hüseyin Tayfun Üçgül öldü mü, öldürüldü mü? Yoksa intihar mı etti?
Dün Muğla'da aracında ölü olarak bulunan Hüseyin Tayfun Üçgül'ün başına gelenler, sosyal medyanın toplumsal vicdanımızda oluşturduğu erozyonun boyutlarını anlatma açısından hayati öneme sahip.
Kesin ölüm sebebi otopsiden sonra ortaya çıkacak ama muhtemeldir ki Üçgül; toplu baskının, bilinçsiz hakaret ve küfrün, hadsiz ve ölçüsüz haksızlığın ve yargısız infazın kurbanı oldu.
Bilmeyen kalmamıştır ama yine de hadiseyi bir özetleyelim.
Bir polis ile bir avukat İzmir-İstanbul otobanında trafikte tartışırlar ve aralarında kavga çıkar. Manisa Soma Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırlamış olduğu iddianameye göre 22 Nisan 2023 günü saat 17.30 sularında otobanda 34 BJC 892 plakalı otomobil sürücüsü Avukat Fatih Uzun ile 48 TC 377 plakalı aracın sürücüsü Polis Memuru Hüseyin Tayfun Üçgül arasında tartışma çıkmış ve tartışma kavgaya dönüşmüştür. Avukat Uzun, Polis Üçgül'e yumruk sallamış ancak isabet etmemiş, Üçgül ise Uzun'un dizine tekme ile vurup yaralamıştır. İddianamede tarafların tartışırken sarf ettikleri sözler de yer alıyor. Avukat Uzun'un iddiasına göre Polis Üçgül kendisine, "Kimin kim olduğunu bilemezsin” derken, Polis Üçgül'ün iddiasına göre ise Avukat Uzun kendisine, ”Senin plakan TC, bütün Cumhuriyet Savcıları ve mafyalar benim elimde, bu yere düşmenin hesabını sana soracağım, bu iş burada bitmedi.” demiş.
Hakikaten de avukatın dediği gibi iş orada bitmemiş-bitirilmemiş. Tüm Türkiye sathına, daha doğrusu sosyal medya sathına yayılmış.
Sosyal Medya'ya bir düşmeyiver.
Ne insafı var, ne vicdanı var bu medyanın…
Hak hukuk, hak getire…
Hani, bu medya hakkında kanun çıkmıştı. Hani, herkes kafasının estiği gibi yazıp, çizemeyecek, paylaşıp beğenemeyecekti. Nerede, muhalefetin ‘sansür' olarak nitelediği, uğruna kıyamet kopardığı dezenformasyon yasası…
Yasa çıktı ama değişen yok. Aynı tas aynı hamam…
Önce hadiseye evrensel hukuk ölçülerinde bakalım. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/2.maddesine göre ‘Herhangi bir suç ile itham edilen kimse, suçluluğu yasal olarak ispatlayıncaya kadar suçsuz sayılır. ‘ Anayasamızın 38/4.maddesi de ‘Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılmaz. ‘ demektedir. Hukuk devleti olmanın gereği olan bu ilke, kesinleşmiş yargı kararı oluşuncaya kadar herkesi suçsuz kabul eder.
Meseleye bir de dini açıdan bakalım. Ne de olsa halkının kahır ekseriyeti Müslüman olan bir devlette yaşıyoruz. Hucurat 6'de Yüce Yaradan der ki, " Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yolda çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.”
‘Bilmeden birilerine zarar verme' sözü tam da konumuzla ilgili. Evet; bilmeden, araştırmadan birilerine öyle bir zarar verildi ki…
Polis Memuru Hüseyin Tayfun Üçgül muhtemeldir ki intihar etti. Sosyal Medya'daki linç kampanyasını psikolojisi kaldıramadı. Ailenin avukatı "Cinayet değil intihar. İlk bulgular intihar olduğunu ortaya koyuyor. " şeklinde açıklama yaptı.
İzmir-İstanbul Otobanında yaşanan tartışmaya bir daha bakalım.
Hadise her gün Türkiye yollarında yaşanan onlarca tartışma veya kavgadan farksız. Tek farkı var o da polis memurunun bindiği otomobilin markası. Millet; kavgaya, kavgada hangi tarafın haklı veya haksız olduğuna, olay sırasında konuşulanlara bakmadı. Bir polis memurunun nasıl olur da pahalı bir otomobile binmiş olabileceğine odaklandı.
Bir reklam repliği vardı, ‘ağzı olan konuşuyor' şeklinde… Burada da ağzı olan konuştu, sosyal medyası olan yazdı, çizdi, paylaştı. Kendisine göre sorguladı, yargıladı, infaz etti.
Ama o infazın sonuçları ağır oldu. Bilmeden itham ettikleri varlığın bir insan olduğunu unuttular. Onun da bir şerefi, bir onuru, bir hassasiyeti, bir ailesi, bir çevresi, yakınları, çalıştığı bir kurumu ve mesleki kariyeri olduğunu…
Bir de göz ardı edilen ancak konunun asıl püf noktasını oluşturan bir durum vardı.
Hiç kimse Polis Memurunun eşi Özlem Üçgül'ün açıklamalarını görmedi bile. Özlem Üçgül günlerdir, "Eşim polis ama benim işletmem var. Otomobili eşime ben aldım. Yanımda 15 kişi çalıştırıyorum ve işletmem her yıl milyonlarca liralık ciro yapıyor” şeklinde açıklamalar yapıyor. Yapıyor ama nafile. Sosyal Medyanın görüp de üzerinde yorum yaptığı bir fotoğraf var. Polis memuru ve bindiği Maserati marka otomobil… Gerisini görmüyor, duymuyor.
Onlara göre bir Polis memurunun Maseratisinin olması olacak şey değil… Polis memurunun babası, annesi zengin olamaz, polis memuruna babadan dededen miras kalamaz, polis memurunun kayınpederi, kayın validesi, eşi varlıklı kişilerden oluşmaz. Zengin olanlar zaten polis memurluğu yapmaz…
Eşi Özlem Üçgül'ün önceki beyanatlarına dönüp bakmayanlar acaba şu haykırışlarını görmezden gelebilecek mi? "Bu adamı el birliği ile intihara sürükleyen hesabını verecek. Acımı bile yaşayamıyorum. Hala asılsız haberler… Benim eşim onurlu, gururluydu, hazmedemedi. Atılan iftira… Benim çocuklarım babasız kaldı. Sizin de ciğeriniz yansın. Rabbim soracak hesabını… Ne geçti eline avukat… Vurmadı bile sana.. Nasıl bitirdiniz dağ gibi adamı. Bir lokma haram yemedi, yedirmedi…”
Polis memuru ve eşi aslen Konyalı… Olaya karışan avukatın da Konya'da okuduğu ile ilgili bir bilgi aldım.
Filmi geriye sarıp bir düşünelim.
Hadise sadece yol kavgası ile bitseydi, sosyal medyaya taşınmasaydı ne olurdu?
Küçük bir itiş kakışın ardından hadise karakola intikal ederdi. Belki de etmez taraflar barışır-barıştırılırdı. Mahkeme boyutuna vardığını düşünürsek; savcı, ya soruşturmaya gerek olmadığına karar verir, ya da eğer ayak kırılma hadisesi doğru ise bir miktar ceza ile konu kapanırdı. Ancak mesele sosyal medyaya taşınınca durum değişti. Hiç istenmeyen noktalara varıldı. Polis hakkında soruşturma başladı, açığa alındı…
Meselenin başka boyutları da var. Tartışma bir polis ile avukat arasında cereyan edince, sosyal medyada bir mesleki dayanışma mücadelesinin yaşandığını gördük. Her iki taraf, meseleyi kendince değerlendirip sosyal medyadan ayrıca köpürttü.
Kendince masum olan bir başka grup ise memurların pahalı otomobillere binmesi konusunu tartıştı. Bu konuda kalem oynatmak istemiyorum. Memlekette demokrasi, özgürlük ve teşebbüs hürriyeti var. Bu ülkede; isteyen istediği otomobile biner, istediği evi alır, istediği yere tatile gider… Ancak…
Sadece hadisenin israf boyutu beni ilgilendiriyor. Her türlü israfın bu memlekette olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. İnancımız, bu tür durumlarda ‘orta yolda' olmayı, aşırılığa gitmemeyi öğütler, bize…
Türkiye'de ve dünyada herkesin bu vahim hadise üzerinde şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekiyor. Günlük hayatta suç olan eylem, davranış, konuşma ve yazışmaların sosyal medyada da suç olduğu unutulmamalıdır. Sosyal Medya herkesin aklına geldiğini yazdığı, canının istediğini paylaştığı, işine geleni köpürttüğü bir mecra olmamalıdır. Aksi halde daha çok canlar yanar.
İnce Minaremizi İsteriz
500’ünü yıktık daha da yıkacağız
Güzel bir gelenek, hoş bir seda
Şaşırdık mı?
Fetullah öldü ama FETÖ yaşıyor
Bakan çiftçiye güldü mü?
Yönetim rahatlama, Çamdalı rahatlatma peşinde
İdam isteriz!
Narini biz öldürdük! Diğerlerini öldürmeyelim
Ekrem Coşkun’u klonlayalım