Ben Amerika'dayken -2-

Yağmurlu Amerika’yla tanışıyoruz bu ilk günlerde. Amerika’ya geldik gezeceğiz keyif yapacağız derken yağmurda ıslanmaya mı geldik endişesindeyiz. Ama yağmuru bile güzel diye ussallaştırıyoruz. Yoksa bu Amerika macerası zül olacak. Olmasın aman…
İnsanlar güler yüzlü ama hep meşgul. Herkesin işi var. Herkesin derdi var. Geyik yapalım diyen yok. Yaşlıları şişmanlar ama hep koşturmaca içindeler. Çalışıyorlar çalışıyorlar…


Sosyalleşme sanki durmuş. Her şey materyal ama sanki yoğun bakımda materyalizm.
New York’a gitmezsek olmaz diyerek Özgürlük Anıtına uçuyoruz. Aman Allahım akılları çıkaran yüksek binalar, insan seli, koşturmaca burada pik yapmış. Ama kitaplarda ve filmlerdeki görseller burada karşılığını buluyor. İşte orası burası diyorsun.
Mad Men reklam filminin çekildiği caddedeyiz. Canlanıyor.
İş dünyası burada.


Köşe başlarında Hindistanlı seyyar satıcılar ya da Helal Gıda satıcıları…
Global bir köy cümlesi sanki burada vücut buluyor. Devasa bir köy burası. Central Park’ı görüyoruz. Vay be. Adamlar yüksek yüksek binaların arasına cennet doğayı saklamışlar diyorsunuz. Bizde olsa burası binalara teslim edilirdi herhalde diye düşünmeden edemiyoruz. Zıtlık aslında güzellikte doğuruyor. Siyah beyazla, sıcak soğukla güzel olduğu gibi doğayla birleşen çirkin binalar belki de dengeliyor.
Denge aslında bizim önemsemediğimiz, bilmediğimiz ama gelişmişliğin, hoşgörünün şifresi olan kelime. Dengeyi kaybeden her insan her ülke er ya da geç yalpalayacak. Amerika bunu koruma üzerine inşa edilmiş gibi…
Enteresan bir ülke yani aslında bakarsanız.
Şaşırtıcı. Güzel ve çirkin içiçe.


New York’a da yağmur getirdik. Bereket peşimize takıp New York’a da getirdik. New York sokaklarını karış karış ediyoruz. Arada ıslanmadan olmuyor. Broadway’deyiz, Çin mahallesindeyiz, İtalyan mahallesindeyiz, Empire State’deyiz.
Ben buraları bir yerden tanıyacağım diyorsunuz içinizden. Evet kartpostalda, videoda, filmde, sitede gözünüze maruz bırakılmış yerler. Yani daha önce size zaten pazarlanmış. Şimdi alıyorsunuz. Vay. Pazarlama ve satış ilişkisi işte.
Pazarlama iletişimcisi olarak şunu açık söyleyim. Marketing dünyası her fikri burada ele almış. İnşa etmiş. Satışa sunmuş. Sanki hiçbir şey es geçilmemiş.
Seyyarda tane tane satılan meyveleri görünce her Türk gibi ülkemize şükür ediyoruz. Elmanın tanesi 3 dolar diyor. Neredeyse her şey taneyle. Hatta elmayı dilim dilim satıyorlar. Bunları görünce canım Türkiye’m demeyen olmaz.


Hakikaten Türkiye’mizi geliştirirken tüketmeden, öldürmeden bunu yapmalıyız. İyi ki Türk’üz iyi ki Türkiye’de yaşıyoruz. Tebdili mekanda ferahlık kesinlikle vardır. Gerilla taktikli farklı yerlere farklı ülkelere gitmek lazımdır. Ancak ülkemizden kopmadan. Bu toprakları geliştirmeyi unutmadan. Beyin göçünü ülkemize doğru döndürerek bunu başarmalıyız. Ülke pazarlamasını kendi özelimizden kopmadan yapabilmeyi becerebilmeliyiz.
Bir hafta içinde 10 uçak yolculuğu yaparak, uçak delisi olduğumuz bu Amerika yolculuğu bize unutulması zor anılar bıraktı. Güzeldi, zordu. Amerika yolculuğu yapacaklara şimdiden, jet lagla ilgili ön bilgiyi de vereyim. Jet sendromu ya da eşzamanlama bozukluğu ciddi bir sorun. Biyolojik ritim fena sarsılıyormuş. Kendimden biliyorum.


Daha yazacak o kadar çok şey var ki. Ama bir reklam hocası olarak firmalara ve reklam ajanslarına kesin bir Amerika yolculuğu yapmalarını tavsiye ederek Ben Amerika’daykeni bitireyim. Bakmak için değil ama görmek için gidilecek bir Amerika yolculuğu inovasyon için iyi gelecek diye düşünüyorum. Görüşmek dileğiyle…


Yazarın Diğer Yazıları