BİR SEN ANLADIN

 

Esmalardan yansıyan en güzel "Selâm” üzerimize olsun.

 

Eskiden çok kullanılan bir cümle vardı: "Beni bir tek sen anladın, sen de yanlış anladın!” der sonra gülerdi insanlar. Artık kimin, neyi ve nasıl anladığına pek bakılmıyor. Güncel plaza jargonundan öz dilimize eklenen, "sonuç odaklılık” daha kullanışlı hale geldi. Kişilerin gerekçelerine bakılmıyor. Hangi yolları izledikleri, ne zorluklar çektikleri kimsenin umurunda olmuyor.

 

Belki ülke nüfusu çok arttığı için böyledir. Evin tek çocuğunun büyümesi ile beş çocuklu aileden yetişmek aynı olmasa gerek. Sürekli suçladığımız teknolojik gelişmeler de ayrı faktördür. Ancak şahsi görüşüm, çöküşte dejenere olan (bozulan/yozlaşan) ahlaki değerlerimizin ve yitirilen "estetik” duygularımızın daha fazla etkili olduğu yönündedir. Sonuç aynı tabi…

 

Hatalar gökten zembille inmezler. Malum her şey "süreç” içerisinde gerçekleşir yani kabaca ifade etmek gerekirse başlangıç ve sona erme arasında kalan zaman diliminde yaşananlar belirler. Süreci göz önüne almadan sadece sonuçlar açısından değerlendirmek daha pratiktir. Şu işi halledelim, ne gerekiyorsa yapalım yeterli deriz. Oysa bedeller dünyasında yaşıyoruz. Bu nedenle en fazla bedel en değerli bilgi için ödenmelidir. Hatalar da en sağlam tecrübeleri oluşturur.

 

Günümüzde sonuç odaklılık, özellikle yeni kuşaklar için aynı zamanda "para odaklılık” anlamına da geliyor. Dilimize batıdan giren "kolay para (easy money)” kavramı tüm gençlerin ilgi odağında yer buluyor. Oysa atalarımız, "bedava peynir fare kapanında olur” demişler. Yerde gördüğü ekmeği öpüp başına götüren nesil tükeniyor. Ne yolsak kârdır nesli geliyor…

 

Kehf sakinlerinden birisi 309 sene sonra çıkıp geldiğinde ne yaşamıştı? Hz. Pir, Mesnevi'de onların köpeğine el verilince dünyadaki tüm aslanların boyun eğdikleri yazıyor. Bugün kendimizi ölümsüz sanarak yaşadığımız dünya üç asır sonra nasıl olacak? İnsanlık haysiyetini firavunlara az bir bedel karşılığında satacak mıyız? Lût'un eşi gibi yanlış seçim mi yapacağız?

 

Küçüklüğümde evine yumurta getiren bir oğlanın öyküsünü okumuştum. Aile büyüklerinden takdir gördükçe, çocuğun getirdikleri her seferinde daha değerli şeyler oluyordu. Evde yaşayan herkes karnını doyurduğuna baktığı için, geçen zamanla oğlan da gayet başarılı bir hırsız haline geliyordu. Evlatlarımıza aktarmak zorunda olduğumuz bilgi şudur: Eve üç şekilde bişey getirebilirsin; parasını ödediysen, hediye olarak verildiyse veya alın terinle ödül olarak kazandıysan. Aksi takdirde çalmak meşru hale gelir. Sonuca odaklanan insan, olası hilelere ve neticede inanç prensiplerimize göre hükmü "haram” olan kazanca da çanak tutar!

 

Haram kazançlardan en tehlikelileri ise bilgi ve gönül kazanmaktır. Sanal âlemde yaşanan karşı cinsle iletişim kalbe indiğinde bu daha net anlaşılır. Hayaller, beklentiler, güven ve kontrolsüz duygular hard diskimize birikiverir. Sonu hüsranla biten her ilişkide ‘hak gaspı' denilen yanlışa düşmek olasıdır. İşte o zaman, arkamızda kırıp parçaladığımız gönüller bırakabiliriz. Bilgi için de benzer süreçler söz konusudur. Hırsızlıkla elde edilen ve liyakatsizce kullanılan bilgi de yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz ‘vebal' durumu ortaya çıkar.

 

Efendiler! Oturduğunuz evlere, makamlara ve buralarda sahip olduğunuz güce dikkat edin. Aheste aheste çıkacak "AH” almayın. Sizler beni anladınız...

 

Hayra karşı geliniz.


Yazarın Diğer Yazıları