‘Cafe’lerde Ne Yapılır?

Şehrin her tarafı Cafelerle doldu, taştı. Şehir merkezinde adım attığınız yer Cafe. Üniversitelerin bulunduğu semtlerde Cafe enflasyonu yaşanıyor.
İsimleri Cafe olan bu yerler, eskilerin Kıraathane, Kahvehane veya Kahve dedikleri yerlerin modern hali gibi algılanabilir. Ancak gerçekler böyle değil. Eskilerin Kıraathaneleri, ismi üzerinde kitap okunan veya kahve-çay içilen mekânlardı. Her ne kadar zaman zaman çeşitli oyunların oynandığı yerler olarak da hatırlansalar genelinde mahalle emeklilerinin uğradığı sohbet edilen mekânlar veya bazı görüşmelerin yapıldığı yerler olarak bilinirlerdi. Tabi varlığını sürdüren kahvehaneler hâla mevcut.
Konumuz Cafeler. İsmini kahvenin İngilizcesinden alan bu yerler isimi gibi Türk toplumunun kültürüne de yabancı. İngiliz diline duyduğumuz hayranlık kültür hayranlığına doğru kayınca, kahvehanelerimizin ismi de, görüntüsü de, verilen hizmet de değişti.  İsim ve görüntü hayranlığı Cafe severlerde zamanla kültür hayranlığına dönüştü.
Tüm bunlara rağmen içerisinde kahve, çay ve benzeri ikramların yapıldığı yerlere isimleri “cafe” de olsa itirazımız yok. Ancaaaaak.
Evet, Ancak maalesef bir kısmında farklı şeyler yapılıyor.
Okuyucularımız ve izleyicilerimizden gelen bazı tepkiler üzerine Konya’nın Cafelerini bir gezelim dedik. Bir dostumla birlikte birkaç Cafe’ye uğradık. Ne mi gördük?
Dar merdivenlerle çıkılan, mezbelelik koridorlardan geçilen bir kısmı çok katlı bu yerlerin büyük kısmı aslında hem fiziki yapı hem de iç mimari olarak sağlıklı da değil.
Öncelikle bize “uzaylı” muamelesi yapıldı. Yaşımıza, başımıza, görüntümüze veya kıyafetlerimize bakıp, “bunlar da nereden çıktı?” gibi bir bakışla karşılandık. Ardından da “cafelerin” sahip ve yöneticileri bizi yakın markaja aldılar. Muhtemeldir ki, “emniyetten mi ki bunlar” diye düşünmüşlerdir.
Cafelerde maalesef yaşları 13-15 civarında gençler gördük. Hem de hiç hoş olmayan şekillerde. Her ne kadar biz içerideyiz diye Cafe çalışanlarının gizli uyarılarıyla kendilerine çeki düzen verdilerse de şahsen gördüklerim karşısında ürperdim. Hatta utandım. Ben utandım ama onlar utanmadı!... İşin ilginç tarafı bize çay-kahve getiren garsonlar da çocuk yaşta idiler.
Tabi sorun sadece Cafeler mi? diyeceksiniz. Elbette değil. Parklarda da benzer görüntülerle karşılaşmak mümkün. Ama Cafeler’de sütreler oluşturularak yapılan küçük odacıklar, gençleri bazı konularda daha da cesaretlendiriyor.
Başta liseli ve üniversiteli gençlerin ebeveynleri olmak üzere, birçok duyarlı anne ve baba bu konuda “emniyet müdürlüğünün” daha fazla bir şeyler yapması gerektiğini söylüyor. Ancak iş “emniyetle” bitiyor mu? Tabi ki değil.
Aslında vatandaş, Polis’in bu konuda bir şey yapmadığını düşünüyor. Hâlbuki Konya polisi bu konuda çok duyarlı. Şehir merkezinde bazen bir haftada aynı Cafe’ye denetleme amaçlı  iki, üç defa gidildiği bile oluyor. Hatta olayın polisiye boyutunun dışında şüphelendikleri yerlere maliye, sağlık bakanlığı ve SGK’dan ekipleri de yanlarına alarak gidiyorlar. Ancak ellerindeki yetki sınırlı. Bazen çeşitli suç ve eksikliklerden beşbin TL, onbin TL veya üzeri para cezaları yazılıyor. Ancak bu yerler parayı nasıl kazanıyorlarsa (?) ertesi gün kaldıkları yerden işlerine devam edebiliyorlar.
Polis bu konuda birçok şey yapıyor. Ancak vatandaş yine de yapılanı yeterli görmüyor.
Cafelerle ilgili bir düzenleme şart. Mesela, zemin katta ,göz önünde olsunlar. İçeride bölünmeler yapılmasın. Herkes birbirini görsün. İnanın, bu tedbir bile tek başına işe yarayacaktır.
Konunun, (daha doğru bir ifadeyle sorunun) en önemli boyutu eğitim boyutu…  Ve maalesef son yıllarda, ekonomide, ulaştırmada, sağlıkta yakaladığımız başarıyı “milli eğitimde” yakalayamadık. Daha fazla okul yaptık, daha modern sınıflar oluşturduk, akıllı tahtalar ve benzeri teknolojik unsurları kullanmaya başladık, daha fazla genci üniversitelere soktuk ama müfredatı yenileyemedik. Çocuklarımıza çok şey öğretiyoruz. Ama öğrettiklerimiz hiçbir işe yaramıyor. Hiçbir zaman kendilerinin işlerine yaramayacak bilgileri sadece sınavlarda birbirleriyle yarışsınlar diye öğretiyoruz. Durum böyle olunca da gençler hayatı birbirleriyle yarıştıkları sorular olarak algılıyor. Gerçeklerle karşılaşınca da afallıyorlar.
Hayatın hiçbir döneminde karşılaşamayacakları bir yığın bilgiyle boğuşturduğumuz gençlerimizden başarısız olanlar da (buraya başarısız yaptığımız desek daha uygun olur)  eğitime küserek, cafelere, barlara, nargile salonlarına daldı. Ellerine de nasıl kullanacaklarını bilemedikleri akıllı telefonlar (aklı baştan alan canavarlar) verdik. Sonrası malum.
Hep birlikte hayıflanıyoruz.
Ne kültürümüzü, inançlarımızı anlatabildik gençlere, ne de çağın tehlikeli oyuncaklarını doğru kullanabilme becerisi…Biz anlatamayınca, öğretemeyince de “gezi parkı” tipi bir gençliğimiz oldu maalesef.
Hakkını verelim, Cemaat bu konuda bir miktar başarılı oldu. Ancak onlar da son deminde “bir çuval inciri berbat etti”.  Ve böylece iktidar da, din eğitiminde gençleri falan cemaate, pozitif ilimlerde filan cemaate teslim etmenin bedelini ağır ödedi. Sadece iktidar mı? Tüm millet bu bedeli ödedik, ödemeye de devam edeceğiz.
Ez cümle söylemeliyim ki, “bu gençler bizim”. Herkesin bir şeyler yapması lazım.
Okul civarlarına, Cafelere, Parklara, Sokaklara, Caddelere dikkat. Milli Eğitimiyle, Emniyet Müdürlüğüyle, Medyasıyla, Sivil Toplum Örgütleriyle kısaca milletçe bir şeyler yapmamız lazım. Hem de hemen…
Bir de; “şu nargile salonlarını yazsanız?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Belki bir başka yazıda…


Yazarın Diğer Yazıları