Konya’nın Meyhaneleri

Neredeyse her hafta seyahat eden, Türkiye’nin her tarafını dolaşan biri olarak gururla söylemeliyim ki, Konya Türkiye’nin en düzgün şehri. Hem belediye hizmetleri bakımından, hem güvenlik ve huzur kenti bakımından hem de inanç ve ahlak şehri olma bakımından.
Ancak evrensel kültüre dönüşüm (batı medeniyeti) ve ahlaki yozlaşma son yıllarda Konya’da da kendini yoğun bir şekilde hissettiriyor.
Geçen haftaların birinde kaleme aldığım ‘Cafeler’de Ne Yapılır?” başlıklı yazım hem çok okundu hem de çok yorum aldı. Meğer herkesin şikâyette bulunduğu ancak seslendirmediği bir yaraya dokunmuşum. Yorumlardan aldığım cesaretle söylemeliyim ki bu kentin yöneticileri “Cafeler” konusuna daha fazla eğilmeli.
Şimdi kentin bir başka kanayan yarasına dokunmak istiyorum.
Meyhaneler…
Konya’nın Meyhaneleri! (Gazino mi demeliydim? Doğrusu arasındaki farkı bilmiyorum, ama siz neyi kastettiğimi anlıyorsunuz)
Aslında birbirine hiç yakışmayan iki kelime. Konya ve Meyhaneler.
Ama ne yazık ki,  ayyuka çıkmış bir mesele bu.  Vatandaşlara artık illallah dedirten bir sorun.
Cafelere gittim ve oralarda neler yapılıyor gördüm. Görünce de aklım başımdan gitti. Buralar böyle olmamalı. Cafeler, ismi üzerinde çay kahve içilen nezih mekânlar olmalı. Kitaplıkları bulunmalı, masalarda günlük gazeteler yer almalı…  Buraya gelen gençlerimiz çay kahve eşliğinde güzel sohbetler yapmalı. Sigara ve nargile olmamalı. İçeride bölmeler yer almamalı, herkes birbirini görebilmeli. Hele hele bazısını bizim gördüğümüz, bazısını da dinlediğimiz şeyler hiç olmamalı.  (burada sözümüz düzgün iş yapan Cafelere değlidir. Bu arada samimi Cafe sahipleri varsa ilk önce isimlerini değiştirerek samimiyetlerini tescilleyebilirler. Ben Cafe ismini dahi kabul etmiyorum)
Cafeleri az çok biliyoruz ancak, Meyhaneleri bilmiyoruz. Zaten ismi yetiyor. Cafelerle kıyaslanmaz bile…
Konya ‘ya Ankara, Kayseri, Aksaray, Adana, Antalya, Mersin istikametinden girenler, Dr. Sadık Ahmet caddesinden geçerek otogara varırlar. Cadde girişinden itibaren düşük eğimli yoldan rampayı çıktıklarında dört minaresi ve ihtişamlı kubbesiyle Otogar Camii karşılar Konya’nın misafirlerini. “Ha İşte Konya, dedirtir herkese.  Ama birkaç yüz metre ilerlediklerinde bu manzara ve bilinen Konya’nın imajı bir anda yerle bir olur.  Sol tarafta sıra sıra dizili meyhaneler büyük hayal kırıklığı oluşturur zihinlerde.  
İşte anlatmak istediğimiz Meyhaneler bunlar. Tüm meyhanelere, tüm içkili mekanlara, tüm birahanelere, tüm içki satan mekanlara karşıyız. Ancak bu caddedeki meyhaneler içimizi daha fazla kanatıyor.
28 Şubat sürecinde Konya’ya gelip, Mevlana caddesinde içkili resturant arayıp da bulamayınca gazetedeki köşelerinde bu durumu büyük bir suçmuş gibi yansıtan köşe yazarları şimdi nerelerde bilmiyorum. O gün, bu tartışmanın yapıldığı bir ulusal televizyona bağlanarak “ben içkili yeri bulunmayan Konya’dan gurur duyuyorum” dediğimi hatırlıyorum. Ters köşeye yatırdığım önlerinde titirleri olan yazar ve çizerleri.  Şok olmuşlardı.  Sanmışlardı ki, mahcup olacak ve savunma yapacağım. Aksine onlar savunma yapmak zorunda kalmışlardı. Ben onları tek cümleyle susturmuştum. “Neden İstanbul Eyüp Sultan’da bulunan resturantlarda içki aramıyorsunuz de Mevlana caddesinde arıyorsunuz?”
Şimdi durum farklı.Artık benim de kimseyi köşeye sıkıştıracak bir durumum yok. Maalesef Otogar kavşağından Ankara yoluna her dönüşümde kahroluyorum. Bu manzara Konya’ya yakışmıyor. Üstelik sürekli olaylar oluyor burada. Gün olmuyor ki burada kavga-gürültü olmasın.

Hem buralara ruhsat verenlere sesleniyorum, hem de bu işi meslek haline getirip buradan para kazananlara. Olaya helal-haram noktasında yaklaşmıyorum. Orasını zaten herkes biliyor. O konuda hocalar konuşsun.
Bu zatlar hiç gidip de Avrupa ülkelerini görmemişler mi?
Daima batıya benzemeye çalışanlar ve oradan örnekler sunanlar neden sesiniz çıkmıyor?  
Orada topluca bu tür işlerin yapıldığı yerlerin göz önünde olmadığını bilmiyor musunuz? Orada bu tür yerler hem şehirden hem de gözlerden uzak.
Sözüm tüm ilgililere. Vatandaş bu konuda çok muzdarip. ‘Ne olursunuz bu sorunu halledin’ diyorlar. Bizim elimizde kalemimiz var. Görevimiz yazmak. Vatandaşın sesine kulak verdik, inançlarımıza, kültürümüze, örfümüze uyduk ve tek gücümüz olan “yazma” fiilini yerine getirdik. Elinde yetkisi olanlara da etkisini, yetkisini kullanmak kalıyor.
Allah da şahit olsun.


Yazarın Diğer Yazıları