DAYE

Daye, sana bu mektubu sevgimi anlatmak için 25 Nisan'da sahur vakti yazmaya başlamıştım… Bilirsin ki Daye İnci ben kolay kolay sevgimi ne yazabilirim, ne söyleyebilirim. Bu mektupta sadece sana olan hasret kokan sevgimi anlattım... Bazen dizinin dibinde anlatırdım, bazen de uzak diyarlarda her gün telefonla arar ‘‘tu çawa yi daye delal? Ez ji te pır hezdıkım daye.'' (‘'Canım annem nasılsın? Seni çok seviyorum) derdim. Sen yaşamımın sebebisin, mutluluğumun her daim mimarısın daye. Yaşamı benim için yaşanabilir kıldığın için ve senin gibi bir annenin evladı olduğum için dünyanın en şanslı insanıyım ben... İşte ben bu satırları yazmaya devam ederken sen ise Kelime-i Şehadet ile ebediyete yummuştun gözlerini… Cefakâr anam şimdi soluk aldığın ve elimde kayıp gittiğin koca İzmir'de, kuş bakışıyla geziniyor gözlerim her uyku öncesi… Beni görünce gülen gözlerinin hasretini yaşamaktayım… Özlediğim gülüşün ile yatmakta onunla kalkmaktayım… Şuan yanımda olabilseydin keşke ve dokunabilmeyi borç bildiğim memleket hasretli gözlerine, değebilseydim gözlerimle... Ve o nasırlı ellerine saatlerce öpebilseydim keşke. Ve canım anam yeniden başlatsaydık bu kısa film öyküsünü, ben yeniden dizinin dibinde otursaydım ve sen üşenmeden hiç göremediğim babamı anlatsaydın. Sonra her ikimizin gözlerinde yaşlar yarış yapsaydı 38 yıldır yaptığımız gibi… Ellerin benim için yemek pişirseydi ve sevgili anam uykulardan uyandığımda soluğum kadar yakın olmayı deneyebilseydin... Gitmenin tek çözüm yolu olduğunu gözlerimin önünde bana öğretmeyi keşke seçmeseydin... Ve korkularım damlamasıydı boynumdan aşağıya soğuk betonlara... Aile konusunda tarif edemeyeceğim kadar hassasım. Çünkü yaşayamadım ben o duyguyu… Babam 40 yaşında inşaatta düşüp öldüğünde, en küçük kardeşim 2, ben ise 6 yaşındaydım. Çilekeş annem 38 yaşında tek başına biçare kala kalmıştı. O dönemde eş, dost, akrabalardan kimse bize sahip çıkmadığı gibi çoğu köstek bile olmuştu… 14 çocuk dünyaya getirmiş olan İnci tanem hepimize kol kanat germiş, ömrünü bizlere adamış… Annem genç yaşta önce annesini, sonrasında Almanya dönüşü trafik kazasında 38 yaşındaki kardeşini kaybetmiş ve art arda birçok badire atlatmış. Çocukluğumuz yoksulluğun en dip noktası ile geçti… Yaşama tutunduk bizim için şans değil mucize gibi bir şeydi. Çocukluk döneminde öyle çok sıkıntı çektik ki ne satırlar yeter nede onları yazacak kalem. Şu bir gerçek ki; yoksulluk hepimizin gözlerinin ferine, ciğerlerimizin derinine ve en önemlisi hayallerimize yerleşmişti. Yiyecek yardımı kuyruklarında birbirini paralayan yoksullar ile açların orta yerde tokların gözü önünde bir torba erzak için vahşileşmesine şahitlik ettik. Bunca yaşanan acıların yanında hiçbir sözün ağırlığı kalmadığını yaşayarak öğrendik. Annem bize önce yoksulluğun utanılası bir şey olmadığına sonrasında ise nefis terbiyesini öğretti… Canım annem kimsesizliğin ve yoksulluğun ruhumuzu çürütmemesi için; paylaşmayı, şefkati, vicdanı ve sonucunda birer erdemli birey olmayı öğretti… Annem açı, ıstırap, çile çekse de, çocuklarına hep gülümsedi… Biz sevindikçe, sevinçten gözleri ışıldadı… Bu yaşananlardan olsa gerek tüm hayatım boyunca büyümek istemiştim, böylece kendi kendime bir şeyler yapabilir, anneme, kardeşlerime yardımcı olabilirim diye… Ama şimdi keşke çocuk olsaydım ve zamanı geri çevirebilsem ve tekrar anneme sarılsaydım, o fakirliğin yine dibinde olsaydık diyorum. Daye son bir kez seni görme şansım olsaydı, sadece bana olabildiğince sıkı sarılmanı, kafamı omuzlarına koymayı ve… göz yaşlarım kuruyana kadar ağlamayı isterdim. Seni çok ama çok özlüyorum anne.

Dr.İmbat MUĞLU


Yazarın Diğer Yazıları