HADİS/SÜNNET OLMADAN KURAN ANLAŞILABİLİR Mİ? (1)

Yazımız sekiz bölümden oluşmakta ve aşağıdaki konuları ele almaktadır. 

1.Kuran bize yeter diyenlerin tarihi serüveni;

 2.Sünnet vahiy değildir diyenlerin inançları; 

3.Sünnet vahiydir diyenler;

4.Sünnetin Vahiy Olduğuna Dair Kur'an'dan Deliller;

5. Sünnet vahiy ilişkileri;

6-Müphem (kapalı) olan ayetlerin manasının sünnetle açıklanması; 

7. Ahkâm ayetlerin kapalılığının sünnetle açıklanması;

8 İbadetleri konu alan ayetlerin kapalılığının sünnetle açıklanması;

‘Kur'an İslam'ı söylemi, Kur'an'a dayalı bir anlayışı çağrıştırması itibariyle, ilk bakışta masum ve yerinde bir söylem gibi görünmektedir. Çoğu kimse de buna bakarak söylemin haklı bir yönelim olduğu kanısına sahip olunca inanma meylinde olabilmektedir. 

Bundan dolayı da "Kur'an-Sünnet” bütünlüğünü ve Sünnetin delil oluşunu reddetmekte, yok saymaktadır.  Bu gibi kimseler: " Kur ân Bize kâfidir. Allah bize onu göndermiş ve sadece ona dayanmamızı istemiş başka bir kaynakla bizi mesul tutmamıştır" deyip bilerek veya bilmeyerek, Allah'ın Resul'ünün sünnetini devreden çıkarmaya çalışmaktadırlar.

 

KURAN BİZE YETER DİYENLERİN TARİHİ SERÜVENİ;

H.I. asırdan itibaren henüz sahabenin de hayatta olduğu bir dönemde, her ne kadar bir ekol haline gelmemiş olsa da dinin kaynağını salt Kur'an'dan ibaret görme eğilimine rastlamak mümkündür.

Mesela Peygamber'in (as) vefatını müteakip bazı insanların bilinçli olmasa da‘ Kur'an bize yeter' anlayışını seslendirdikleri görülür. Nitekim ashaptan İmran b.Husayn (v.52), bir grup insanla birlikte ilimle meşgul iken bir şahıs kalkarak, "Bırak bu hadisleri de bize Kur'an'dan bahset!” diye bir söz söyler. İmran (ra.) da adama: "Bak, sen ne dediğini biliyor musun (Söyle bakalım) sen hiç,  öğle ve ikindi namazlarının dört rekât kılındığını ve üstelik kıraatların da gizli okunduğunu Kur'an'da bulabilir misin? Keza akşam namazının üç rekât olup, ilk iki rekâtında kıraatin cehri, son rekâtında hafi olduğuna, yatsı namazının da dört rekât olup ilk iki rekâtında kıratın cehri, son iki rekâtında ise hafi olacağına dair Kur'an'da Hiç rastladın mı?” diye sorar.11 Adamın "hayır” demesi üzerine: "Peki bunları kimden aldınız? Elbette bizden aldınız, (biz kimden aldık) biz de onları Allah Resulünden aldık.”12 İmran'ın (ra) bu izahından ikna olan adam sonunda, "Beni ihya ettiğin gibi Allah da seni ihya etsin!” diye ona dua eder.13

11 Ma'mer b.Raşid, el-Câmi', ilim 192, (Abdurrezzak b. Hemmam, el-Musannef içinde) Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut,

12 Ebû Davûd, zekât 2.

13 Abdurrezzak, Musannef, X1/255; Hâkim, Müstedrek, I/109-110.

 Kuran bize yeter söylemi, daha Sonraki dönemlerde Haricilerin bir kolu olan Ezârika fırkası, dinin kaynağını sadece Kur'an'la sınırlandırdığı ve ahkâma dair hususlarda sadece Kur'an'ın zahirini esas aldığı görülür. Fetih suresinin10 ayetinde geçen, Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Ayeti gibi. Hâlbuki buradaki elden maksat Allah'ın kudretidir.

Mutezile imamlarınca da çeşitli gerekçelerle hadisler en ağır şekilde eleştiri ve ithama maruz kalır. Ancak bu konuda öne sürülen iddialar, haklı ve isabetli gerekçelere dayanmadığı için, aklıselim sahibi ulema tarafından ortaya konulan delillerle çürütülmüş ve bunlar zamanla etkisini yitirmiştir  

 İslam'ın doğuşuyla birlikte başlayan bu ilmi ve fikri gelişim, M.VII. asırdan XVI. asrın ortalarına kadar seyrini bu şekilde devam ettirmiştir. Bu durum, ta XIX. Yüzyılda ilk olarak Hindistan'da sonrasında da Mısır'da boy gösteren ‘Kur'an'cılık düşüncesine kadar gelmiştir. Bu kuran bize yeter akımının XIX. asrın ortalarında önce Hindistan'da ve özellikle de bu bölgenin İngiliz hâkimiyeti altına girmesinden sonra ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir.

Asıl gelişme1096-1272 yıllarına kadar süren Haçlı seferleri ve13üncü yüzyılda Moğol saldırılarının başlayıp 14üncü yüzyılda sonlanan ve sonlanana kadar da asya kıtasının büyük bir bölümünü kaplayan işgalin doğurduğu kayıplar, XIX. asrın sonlarına kadar geçen üç asırlık bir süre zarfında İslam âlemi bütün kazanımlarını büyük ölçüde kaybetmiştir. 

Ve daha sonra İngilizlerin, İslam'ın önemli merkezlerinden olan Hindistan'ı 1857'de işkâl etmesi ve 1882'de de Mısırı işgal etmesi ve senelerce buralarda kalması, bu bölgelerde birçok fikri düşüncelerin gelişmesine sebep olmuştur. bunula beraber Hint alt kıtasında Kur'ancılığı savunan bazı kimselerin Hıristiyan misyonerler ile aynı kültürel ortamda bulunup zamanla sömürge idaresinde yüksek mevkilerde görev almaları, yeni fikirlerin şekillenmesinde baş faktör olarak görülmüştür. 

Fuat Sezgin, İslam'da Bilim ve Teknik, İBB Kültür A.Ş. Yay. İstanbul, 2008. 1/168, 172.

Bu gün Bazı İslami gurupları batılı ülkeler tarafından desteklenip te diğer İslami gurupların üstüne salarak kırdırdıkları her kezce malumdur. Bunun gibi o tarihlerde de Batılılar tarafından Hindistan bölgesine gönderilen misyonerler, doktorlar, bilim ve siyaset adamları, başta Kur'an olmak üzere hadis, İslam fıkhı ve İslam tarihi alanlarında çeşitli çalışmalar yapmışlar ve tartışmalı konularının açılmasında etkin rol oynamışlardır.

 Nitekim Doğu-Hıristiyan Şirketi tarafından buraya gönderilen Avusturya asıllı İngiliz vatandaşı Dr. Aloys Sprenger (ö.1893), Delhi'de kurulan kolejin (İslami İlimler Akademisi) başına getirilir. Sprenger, ilk kez hadislere hiçbir şekilde güvenilemeyeceğini, hatta hadislerin tamamına yakınının uydurma olduğu iddiasını ortaya atmış ve buna dair yazılar ve makaleler yayınlamıştır.

Sprenger'ı İslam tarihi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Hollandalı müsteşrik R.P. Dozy (ö.1883) takip etmiş, daha sonra bu çalışmalara W. Muir devam ettirmiştir.27

22 Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Cimâ'u'l-İlm, (thk. Ahmed M. Şakir), Mektebetü'l-Ma'ârif, Mısır, 1940, s.12.

23 Şâfiî, Cimâ'u'l-İlm, s.27-28.

24 Hansu, age., s.311.

25 Fuat Sezgin, İslam'da Bilim ve Teknik, İBB Kültür A.Ş. Yay., İstanbul, 2008. 1/168, 172.

26 İlhan Erdem, "Sprenger, Aloys”, DİA, XXXVII/421.

27 İbrahim Hatiboğlu, İslam'da Yenilenme Düşüncesi Açısından Modernistlerin Sünnet Anlayışı, (Basılmamış Doktora Tezi).

 Gerek Hindistan'da faaliyet gösteren bu kişiler, gerekse I. Golziher, J. Schacht, D.S.Margoliouth ve J. Horovitz Muir ve Hurgronje gibi diğerlerinin hadis ve sünnet hakkındaki temel iddialarına göre, hadis külliyatını dolduran rivayetlerin Peygamber'le (as) bir ilgisi bulunmamaktadır. Bunlar ilk üç asır içerisinde İslam toplumunda yaşanan dinî, siyasî, içtimaî ve iktisadî gelişmeleri müteakiben ortaya çıkmış ve daha sonra Peygamber'e (as) isnat edilmiştir. Dolayısıyla uydurulmuş metinlerdir 28 Peygamber'e (as) Kur'an'dan başka vahiy gelmemiştir. Artık Hz. Muhammed'e (as) itaat etmek şirktir. O'nun görevi sadece Kur'an'ı ulaştırmaktır, Peygamber'in (as) açıklamaları sadece kendi devrine hastır, O'ndan sonra bu uygulamanın hükmü sona ermiştir diyerek İslam'ı bölme fitilini ateşlemişlerdir. 

Hadis ve sünnet alanındaki bu çalışmalar, çok geçmeden önce Hindistan'da daha sonra da Mısır'da ilk semerelerini vermiş, hadisleri tümüyle reddeden inkârcı akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

 İslam coğrafyasında on yıllarca mağlubiyet psikolojinin baskı ve ezilmişliğin altında yaşayan ve buradan bir çıkış yolu arayan bazı kişiler de bu yenilginin temel sebeplerinden birinin gelişmeye engel teşkil eden temel faktörün din ve hadisi şerifler olduğunu öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla hadisler adeta böylesi bir tepkisel hareketler tarafından kurban edilmek istenmiştir. Tabi burada İslam âleminin aldıkları bütün dini hükümleri, haçlıların, Moğolların ve batılı güçlerin psikolojisinin tesiri altında aldığını da unutmamak gerekir. 30 

28 M. Yaşar Kandemir, "Hadis, Şarkiyatçılar ve Hadis”, DİA, XV/43

29 Hatiboğlu, age., s.194-195.

30 Abdulhamit Birişik, "Kur'âniyyûn", DİA, XXVI/428

2.Hindistan'dan Sonra Mısır'da Yaşanan Gelişmeler;

Hint alt kıtasında Kur'an bize yeter ekolünün başlatmış olduğu salt Kur'an'la yetinme düşüncesi, Mısır'da da temsil zemini bulmuştur. Mısırlı bir tıp doktoru ve yazar olan Dr. Tevfik Sıdkı (v.1920), el-Menâr dergisine yazdığı (İslam sadece Kur'an'dan ibarettir)” başlıklı makalesinde, temelde Müslümanların sorumlu oldukları tek kaynağın Kur'an olduğunu, bunun dışında başka bir kaynak tanımamak gerektiğini dile getirir. Sıdkı, sünnetin Kur'an gibi korunmadığını, Peygamber'in (as) onu yazdırmadığını, zan ifade ettiğini, zannın da Allah katında makbul olmadığını söyleyerek, sünnetin sahihlik ve güvenilirlik problemi olduğunu iddia eder. Tevfik Sıdkî, "el-İslâm huve'l-Kur'ânu vahdehû”, Mecelletü'1-Menâr, IX/7. s.515.

Tevfik Sıdkı, bu iddialarını daha ileri bir boyuta taşır ve Peygamber'e (as) itaat konusunun da tartışılması gerektiğini sünnetin sadece Allah Resulü dönemine mahsus olduğunu, sonraki nesiller için bağlayıcı olmadığını sünnetin dinde bir hüccet olmadığını, dinin kaynağının sadece Kur'an'dan ibaret olduğunu iddia eder. 

Tevfik Sıtkı'nın bu iddialarına, sadece Mısır'dan değil bu fikirlerin başladığı Hint alt kıtasından da reddiyeler gelir. Yani onu bu konudaki fikirlerini ret ederler ve Onu tutarlı olmaya çağırırlar. Tutarlı olabilmesi için de ‘Kur'an'dan ibaret din' söylemiyle ortaya çıkan bu kişinin abdestten namaza, oruçtan hacca, zekâttan sadakaya kadar hem ibadet hem de muamelatla ilgili dinin bütün meselelerini yeniden kendisinden tanzim etmesi istenir. Öyle de olur, Sıdkı, bunları Kur'an'a göre yeniden ele alır; namazı, zekâtı, orucu, haccı, irtidatı, recmi ve hadler meselesini Kur'an'a göre yeniden tanzim etmeye kalkışır.  Sıdkı, agm., IX/7, s.518, 521-523; IX/12, s.914 vd.; s.161-163.

Ancak namazın kılınış şekli başta olmak üzere teklif ettiği uygulamalar alay konusu olur, gülünç duruma düşer ve kabul görmez. O da sonunda bu gibi aykırı görüşlerinde hatalı davrandığını itiraf ederek bunlardan vaz geçtiğini ilan etmek zorunda kalır.

 Sıdkı, agm., X12, s.140; Hâdim Hüseyn İlâhîbahş, el-Kur'âniyyûn ve şübühâtühüm havle's-sünne, Mektebetü's-Sıddîk,

3.SÜNNET VAHİY DEĞİLDİR DİYENLER:

Sünnetin vahiy olmadığını savunanların ortak özellikleri son dönem düşünürleri olmalarıdır. Hindistan-Pakistan bölgesinde yaşamış olan Seyyid Ahmed Han, Emir Ali, Ahmed Perviz, Mısır'dan Dr. Tevfik Sıdkı, Ebu Reyye, Abdulcelil İsa, Türkiye'den Ahmet Akbulut ve M.Said Hatipoğlu'nu zikredebiliriz. Bunlara göre Kur'an, mütemadiyen Hz. Peygamber'in insan olduğunu vurgulamış ve hataları olduğunda da yüce Allah onu ikaz etmiştir diyerek sünneti ret edereler. Kur'an İslam'ı' söyleminin Türkiye'deki serüveni de en belirgin şekliyle 1970'li yıllarda başlar. ‘Meâlciler' denilen bu akım, salt Kur'an'la yetinme anlayışını benimsediklerini belirterek günümüze kadar gelmişlerdir ve Aşağıdaki konuların çoğu genellikle sünnette geçtiği için de bu konuları ret etmektedirler. (Devam edecek)


Yazarın Diğer Yazıları