CİĞERİMİ YAKAN YAZ; 11 TEMMUZ 1963

Çocukluğum; rahat, huzur içinde, bir eli yağda bir eli balda olarak geçmedi. Çocukluk anlayışıyla hayatın hep oyundan, eğlenceden, neşeden ibaret olduğunu sanırdım. Meğer öyle değilmiş. İnişler, yokuşlar, üzüntüler, kederler, elemler de varmış.

Annem, saçını süpürge etti denilen tarzda çocuklarına kol kanat gerdi. Babam da, ailesine, çocuklarına nafaka temin etmek için çalışır dururdu. Babam hocaydı. O dönemin Medrese mezunuydu. Ama hangi kısımdan mezun olduğunu bilmiyorum, sormak da aklıma gelmedi. Bir ara mahalle camimizde imamlık yaptı. Dini bilgisi yeterliydi. Fakat Diyanet'e imtihana girip kadrolu imam hatiplik almadı. Çok dedik; "baba, Diyanet İşleri Başkanlığı İmam hatiplik imtihanına gir, kazanırsın, senin dini bilgin yeterli…” ama dinlemedi. Belki de bir düşündüğü vardı. Bazen de köylere imamlığa gider, aylarca gelemezdi. Malum maaşını halk verirdi. Babam olmadığı vakitlerde annem evin her şeyi olurdu, hem baba, hem anne, hem arkadaş, hem de sırda. Annem okuma yazma bilmez; ümmi idi.

Günler böyle geçerken bir gün babam;

"-Oğlum annen hasta, doktora götürelim” dedi. Bu söz bende deprem etkisi yaptı. aklımıza hemen komşunun doktor oğlu Muammer Kalfa geldi. Onu çağırdık. Gerekli muayeneyi yaptı ve babamı bir kenara çekerek;

-"Hoca, hanımın çok hasta. Benim branşım değil onu sen bir dahiliyeciye götür” dedi. Doktora gidebilmek için arabamız yoktu. Komşulara rica edeceğiz de, gönülleri olursa arabalarını hazırlayacak ve bizi şehre doktora götüreceklerdi. Dediğim araba at arabası, otomobil değil. Zaten annem çoktandır, "Belim, sırtım…” diye sızlanırdı. Demek ki bu hastalığın işaretiymiş. Arabayla annemi şehre doktora getirdik. Doktor iyice muayene etti. Muayene sonunda babama;

-"Amca, yenge tifo” dedi. Tifo ne demekti? Verem gibi bir şey miydi? Bu hastalık, annemi bizden alacak mıydı? Annem ölürse biz ne olurduk? Dört kardeş ne yapardık? Hiç birimizin ne mesleği vardı, ne çalıştığımız bir yer. Bendeniz daha öğrenciydim. İmam Hatip Okulu birinci sınıftaydım. Abilerimin biri öğrenciydi. Öbür abim de askerdi. Ablam İlkokulu bitirmiş başka okula gitmemişti. Eğer anneme bir hal olacak olursa tek başına evi nasıl çekip çevirecekti? Bu duygular beynimi tırmalıyor, gözümün önünden bir sinema şeridi gibi acı günler geçiyordu.

Annemi doktordan çıktıktan sonra eve getirdik. Yatağına yattı. Sanki vasiyet ediyordu. Durmadan;

-"Yavrularım, gelin yanıma, size diyeceklerim var” diyor, bu sözleri söylerken bile yoruluyor, nefes nefese kalıyordu. Diyeceklerini şöyle sıraladı;

"-Bakın yavrularım! Benim durumum iyi değil. Bu yataktan kalkamayacağım. Eğer ölürsem, birbirinize sahip çıkın. Kardeş kardeşe düşmeyin. Benim yokluğumu belli etmeyin. Babanıza karşı saygıda kusur etmeyesiniz. Askerdeki abinize benim hastalığımı söylemeyin. Ben okuyamadım, okumaya hasretim. Okumayı ihmal etmeyin. İslam'ı iyi yaşayın. Kur'an rehberiniz olsun.”

Babam, annemin hastalığından çok etkilenmişti. Bize belli etmese de gizli gizli ağlar;

"-Ben sensiz ne yaparım? Beni boynu bükük bırakma” derdi.

Bir hafta mı yattı iki hafta mı bilemiyorum. Bir sabah babam;

-"Çocuklar anneniz geçindi” demez mi? Ne demekti, "geçinmek?” Ölümün ikiz kardeşi miydi? Evet, babam ağladığına göre annem ölmüştü!

İşte bu andan itibaren hepimizin sol yanından ağrı yükseldi. Birbirimize sarılarak ağlamaya, gözyaşı dökmeye başladık. Boynumuz bükülmüş, öksüz kalmıştık. Bu durumu askerdeki abime nasıl anlatacaktık? Bereket versin, Sakarya'da akrabamız vardı. Abim de orada askerdi. Onlar abime, annemin hasta olduğunu söylemişler. Abim de izin alarak Konya'ya geldi. Onun gelmesi acımızın, hüznümüzün doruk noktaya çıkmasına sebep oldu. Tekrar sarılarak ağlamaya başladık! Artık yapacak bir şeyimiz yoktu. Takdiri ilahi böyleymiş. Allah bizi imtihandan geçiriyormuş!

  1. anam, ah garip anam, neden bırakıp gittin?” diye ağlıyordum. Kafam allak bullaktı. Yürümeyi unutmuştum. Görenler beni deli sanıyordu. Her gün evde annemi görüyordum. Hayali gözlerimin önündeydi. Annemin vefatı 11 Temmuz 1963, mekanı Cennet olsun. Annelerinizin, babalarınızın kıymetini bilin. Sakın onlara "öf” demeyin. Anne, baba duası almak çok önemlidir. Hayatta burnunuzun sürtülmesini istemiyorsanız ebeveyninize iyi davranın.

 

Gel de Bana Sor!

(Annemin Vefatı; 11 Temmuz 1963- Babamın Vefatı; 08 Eylül 1963)

 

Dokuz yüz altmış üç, gözyaşım taştı,
Mevsim yazdı, lakin yüreğim kıştı.
Annem öldüğünde feleğim şaştı,
Öksüzlük ne imiş gel de bana sor!

 

Araları kısa, üç aylık zaman,
Bir anda öldüler, halim pek yaman,
Dört kardeş döküldük, aman ki aman,
Öksüzlük ne imiş gel de bana sor!

 

Yaşım on beş idi, çocuktum belki,
Yediğim darbenin ilkiydi ilki,
Unutulmaz derin yara bu yılki,
Öksüzlük ne imiş gel de bana sor!

 

Üzüntüm ruhuma bir "akar” oldu,
Gariplik boynumu hep yıkar oldu,
Tattığım acılar pek yakar oldu,
Öksüzlük ne imiş gel de bana sor!

Yazarın Diğer Yazıları