Ülkenin Düzlüğe Çıkmasını İstiyor Musunuz?

Hepimiz bir gemide, bir otobüste, bir trende, bir tramvaydayız… hepimiz yolculuk yapıyoruz. Hayat yolculuğu! Kimimiz birinci katta, kimimiz ikinci ve son katta. Gemi yoluna devam ediyor. Devam etmeye mecburdur. Çünkü yol uzun, dev dalgalar var! Yol netameli.
Aslında her doğan, yolcudur. Doğduğu andan itibaren yolculuk başlar. Belli bir süre devam eder. Nerede ineceği belli, fakat ne zaman, nasıl ve ne şekilde ineceği belli değil. Yolculukta yol arkadaşları da önemli. Bu yüzden insanı tanımak için; “ya yolculuk yapacaksın, ya ticaret yapacaksın veyahut yemek yiyeceksin” denir. İnsanların karakteri bu durumlarda ortaya çıkar.


Ülke gemisi de aynı. Geminin batmaması, su almaması için elimizden ne gelirse yapmak zorundayız. Yapmazsak ne mi olur? Bir gemiyi delince ne olursa, o olur. Gemi yolcuları şunu diyemez, “benim canım su içmek istiyor, gidip üst kattakilerden su isteyeyim.” Der, üst kattakilere gider. Üst kattakiler;
-    Bize ne, siz alt kattasınız, suya yakınsınız. Gemiye delik açın, suyu oradan alın” deme lüksüne sahip mi? böyle bir söz ettiğ zaman neler olur?
Tabii gemiyi yönetecek bir kaptan bulunmalı-ki var- kaptana müdahale edildiği, işine karışıldığı zaman geminin nasıl bir rota çizeceği de ortada! Yolcular içinde kaptanlık yapmış, yapacak kabiliyette olanlar da mevcut olabilir. Geminin yönetiminden sorumlu olan kaptan, bunların da görüşünü ve fikrini alarak huzur içinde bir yolculuk yaptırma şansına sahiptir. Ancak, yapılan istişareler, verilen akıllar; gemiyi delmeye yönelik, geminin su alması için hilelerle doluysa, o zaman hali hazır kaptan, yolcuların burnunu kanatmadan, gemiyi sarsmadan selamet sahiline çıkarır! Buna da mecburdur sonra. Çünkü gemi yolcuları bu kaptana yetki verdi.


Evet; ülkemiz gemisinin daha hızlı, daha huzurlu yol alması için, bundan sonraki iktidarların da özgürce hizmet edebilemeleri, darbelerle, terörle sarsılmamaları, demokrasinin rafa kaldırılmaması açısından YEPYENİ bir ANAYASA yapm zorunluluğu var. bu konuda hepimize görev düşüyor. Yani her birimiz elimizi değil, gövdemizi, başımızı taşın altına koymaya mecburuz. Bu, yeni anayasaya; “AK PARTİ ANAYASASI”, “ERDOĞAN ANAYASASI” demek son derece yanlış ve mantıksızdır. Tabii ki, şu an iktidarda AK PARTİ olduğuna göre, sorumluluk ve görev ondadır. Hatta zorluk da ondadır.


“yeni anayasaya ihtiyaç var” denildiği zamandan beri herkesle, her kesimle- muhalefet başta olmak üzere- sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, “akil adamlar” adı verilen ve ülkeye fikirleriyle yön verenler, “kanaat önderleri” ve akla gelebilecek her insanla topluca veya teker teker görüşmeler yapılıyor! Açık oturumlar tertip ediliyor, paneller, sempozyumlar icra ediliyor! Gazete köşe yazarları bu konu üzerine eğiliyor… yani “bu ülkede yaşayan, ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını teneffüs eden her sağduyu sahibi ile fikir alışverişinde bulunuluyor!     

 
        Böylesine bir yaklaşım içinde olunduğu halde; “bize sorulmadı, fikrimiz alınmadı” sözleri geçerli olabilir mi? eğer bu yaklaşımlara rağmen, TBMM'den olur çıkmazsa, o zaman halka gidilme zorunluluğu çıkar. Halka gidince yani, “referandum”da; daha önceki referandumda olduğu gibi % 90'ları bulan bir çoğunlukla yeni anayasa kabul edilir. Böyle bir durumda da; meclis'te yeni anayasaya onay vermeyenlerin akıbetleri ne olur bilir misiniz? İsterseniz hatırlatayım; hani Cumhurbaşkanlığı seçiminde düzmece 367 şartını getirenlere uyarak, kendilerine göre muhalefet edip de Meclis'e girmeyenlerin ne hale geldiğini bir düşünün!
Şimdi soruyorum; “ülkenin düzlüğe çıkmasını istiyor musunuz?” buna cevabınız, “evet” ise, o zaman; “armudun sapı, üzümün çöpü” demeden, el birliği halinde yeni anayasaya onay vermek zorundasınız. Daha doğrusu zorundayız. Çünkü bu anayasa; “ak parti anayasası” değil, “MİLLETİN ANAYASASI”, “ÜLKE ANAYASASI” olacaktır.


Yazarın Diğer Yazıları