CAMİ YAPAN TOPLUMUN SIRTI YERE GELMEZ

 

Bizim kültürümüzde camiler Allah'ın evleridir, o coğrafyada Müslümanların yaşadığının izleri ve nişaneleridir. Biliyoruz ki bir yerde cami varsa, minare varsa, orada müslüman vardır, orada ezan ve namaz vardır. Tarih boyunca müslümanlar her ayak bastıkları yere öncelikle bir cami inşa etmiş, ona ilave olarak medrese, han, hamam ve aşhane yapmışlar ve orası İslam toplumunun yaşam merkezi, "Daru'l İslam" olmuştur. Cami yapılan bir toprak parçası ebediyen vakıftır ve başka amaçla kullanılamaz.

 

Biz müslümanlar, henüz hicret yolunda Kuba Mescidini yapan ve Medine'ye varır varmaz da ilk iş olarak Mescid-i Nebebi'yi inşa eden bir peygamberin ümmetiyiz. O Peygamberden ilham ve önek alarak tarih boyunca gittiğimiz coğrafyalarda öncelikle cami- mescit- ibadethane yaptık, gittiğimiz ve fethettiğimiz yerlere çil çil kubbeler serpen bir millet olduk. Avrupa'da bile gurbetçilerimiz yüzlerce cami yapmış, o camilerde inançlarını yaşamışlar, kimliklerini korumuşlardır.

 

En çok cami ve mescit yaptığımız dönem, on beşinci ve on altıncı asırlar, Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan dönemleridir. Camilerimizi öyle sağlam, öyle özenli, öyle sanat abidesi olarak yaptık ki, kıyamet sabahına kadar ayakta durmaları için zamanın en ileri teknolojisini kullandık, hiçbir masraftan kaçmadık.

 

Evet, tarihte ilk mescit, Hazreti Adem'in yaptığı, daha sonra Nuh ve İbrahim peygamberlerin yenilediği Mekke'deki Mescid-i Haram'dır. İkinci mescit ise, Süleyman Peygamberin yaptığı Mescid-i Aksa'dır. Yani mabet imar ve inşaı insanlığın doğuşuyla birlikte başlamış, bugünlere kadar sürmüş ve kıyamete kadar da sürecektir. Evet, tarihte en eski ve sağlam sanat eseri yapılar mabetlerdir. İnsanoğlu gittiği ve yerleştiği bölgelere mabetler yaparak hem içlerinde ibadetlerini yapmış hem de yarınlara hatıra bırakarak o topraklarda kalıcı olmayı ve hayırla anılmayı sağlamıştır. Dünyada hiç mabetsiz şehir yoktur. Her şehirde ya kilise, ya cami, ya havra, ya başka bir tapınak (dini yapı) mutlaka vardır.

 

Bin yıldır yaşadığımız Anadolu topraklarına gelince, yeryüzünün en çok mabedi olan bir yarımadadır. Bu topraklarda üç bin yıllık kiliseler, bin yıllık camiler hala ayaktadır. Bu topraklarda insan sesinin ulaştığı ve insan izinin olduğu her mekanda mabet ve mescit vardır. Dolayısıyla bu topraklar tarihi mabetleriyle bir açık hava müzesidir.

 

Müminler için bütün yeryüzü mescit kılınmıştır. İbadt için bir mabrde ihyaç duymazlar ancak mescitler onlar için sosyalleşme yani cemaatleşme, dayanışma, haberleşme, ilim ve irfan merkezleridir. Evet, her karış toprakta namaz kılınır ancak camilerin ibadet merkezi olma dışında başka işlev ve anlamları vardır. Bugünkü yasama meclislerinin olmadığı zamanlarda camiler, yönetim ve istişare mekanlarıdır. Bir coğrafyada yükselen her minare alemi, her cami kubbesi insanlara "burada müslüman var, burada Allah'ın adı anılır, O'nun hükmü geçerlidir, burada namaz kılınır, burada birlik ve dirlik vardır" diye ilan eder.

 

Hiç bir dönemde, hatta savaş ve kıtlık yıllarında bile bu millet cami ve mescit yapmaya devam etmiştir. Bugün sadece Türkiye'de yüz elli binden fazla cami ve mescit vardır. Dağ başında beş haneli bir köyde bile mescit yapılmış ve ezan okunmaktadır. Bu devlet, o üç cemaatli mecside imam atamıştır.

 

Son yirmi senede bu topraklarda mescit ve cami yapma, kapalı olanları açma, yıkılmaya yüz tutanları restore etme faaliyeti hızlanmış, binlerce cami ve mescit hatta kilise- havra restore edilmiş, yeni abide camiler yapılmıştır. Seksen beş yıldır müze yapılan ve ibadete kapalı olan Ayasofya-yı Kebir Camii, Fath in vasie greği cami olarak yeniden açılmış, yüz elli yıldır farklı engeller yüzünden yapılamayan Taksim Camii yapılmış, o da 27 Mayıs günü hizmete açılmıştır. Gecen yıl da Büyük Çamlıca Camii hizmete açılmış ve İstanbul'un sekizinci tepesine manevi bir güzellik katmıştır. Daha geçen hafta Zonguldak'ta sahil boyunda dört minareli Uzun Mehmet Camii, hizmete girmiş, göğsümüzü kabartmıştır. Selçuklu ve Osmanlı çizgileri taşıyan, hiçbir masraftan kaçılmayan bu büyük camiler aynı zamanda külliyeler, elbette siyasi destekle yapılabilmiştir. Bu camilerin açılmasına ve yapılmasına bir dönem bir gizli el engel olmuş, o gizli el sebebiyle devlet bir dönemde camilerden siyasi desteğini çekmiş, bir kısım camileri kapatırken, bir kısmına da imam ve görevli atamamıştır. Çok şükür bu yıllarda hayırseverlerle devlet büyüklerimiz el ele vererek cami yapma yarışına girmişler, bu da bu milletin köklerine dönüşünün işaretidir. Cami yapan bir devletin sırtı yere gelmez, her zaman Rabbimizin himayesi altındadır. Camiler bize Allah'ın yardımını, rahmetini ve fethini müjdeler. O sebeple benim bu milletin geleceği adına güvenim bugün daha çoktur. Mescitlerin inşa edilmediği hatta yıkıldığı dönemlerde millet manevi yardımdan mahrum kalır, dağılır ve düşmana karşı heybetini yitirir. Bugün dünyada ismimiz ve sözümüz geçiyorsa, yeniden o izzet ve heybete kavuşmuşsak, Allah'ın mescitlerini imar ve inşa etmemizdendir.

 

Tevbe suresinde, "Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, Allah'tan başkasından korkmayan mü'minler imar eder" buyrulur. Bakara suresinin 114. ayetinde de "Allah''n mescidlerinden men eden ve onları harap etmek için koşanlardan daha zalim kim vardır" buyrulur. Yani mescit imar ve inşa etmek imanın, onları yıkmak ve kapatmak da küfrün alametidir. Peygamberimiz de, "Kim bu dünyada kuş yuvası kadar mescit yaparsa Allah o kuluna cennette köşk ihsan eder". Buyurur. Böyle bir millet ve devletimiz olduğu için ne kadar şükretsek azdır. Tarih boyu fethettiğimiz topraklardaki kilise ve havralar yıkılmamış, sadece yenilerinin yapılmasına izin verilmemiştir. En büyük kiliseler, fetih adına camiye çevrilmiştir.

 

Evet, mescitlerin imarı demek; onları ihya ve inşa emek, bakım ve onarımlarını yapmak, ayakta kalmaları için buralara bağış ve vakfiyelerde bulunmak, içlerinde ibadet etmek, ezanlarını okuyarak öksüz bırakmamaktır. Çok şükür bugün her mescidimizin görevlisi vardır ve ezanları okunmaktadır. Devletimiz bu görevlilerin maaşlarını karşılamakta, halkımız da imar, inşa ve bakımını üstlenmektedir. Camilerimiz bakımlıdır ancak cemaat noktasında öksüz ve yetimdir, içlerinde cemaat azdır. Pandemi dolayısıyla cemaat daha da azalmıştır. Bundan böyle diyanet görevlileri olarak, topyekun millet olarak camilere cemaat olmanın ve cemaat kazandırmanın, camileri doldurmanın yol ve yöntemlerini aramalı, bulmalı, gerekirse kapı kapı dolaşmalıyız. Cami yapan bir millet camileri doldurmayı da bilir.

 

Hasılı rahmet öncelikle cami ve mescitlerinin üzerine iner. Şeytanlar ezanların duyulmayacağı yere kadar kaçar. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yapılamayan camileri (Taksim Camii gibi) yapan, dış ve iç baskılarla açılamayan (Ayasofya gibi) camileri açan bir lider olarak kıyamete kadar hayırla anılacaktır. Ona destek veren bu millet de hep Rabbimizin yardımına ve zaferine mazhar olacaktır. Gördüm ki hiç inşaatı yarım kalan, bitirilemeyen cami olmamıştır. Allah halis mü'min kullarına camilerine hizmeti sevdirir ve onları imar ettirir. Balıklar için deniz ne ise, mü'minler için de cami odur. Cami yapan ve açan bir toplumun sırtı yere gelmez.


Yazarın Diğer Yazıları