Savaş Farz-ı Kifayedir

"Dinimiz kılıçla mı yayıldı, tebliğ ile mi yayıldı?” soruları hep sorulur. Evet, bidayette, Mekke döneminde ve Medine'nin ilk iki yılında Peygamberimiz baskıları hep sabırla karşılamış, ashabına sabır tavsiye etmiştir. Daha sonraki yıllarda, Bedir, Uhut ve Hendek'te savunma savaşları yapılmış, ilk saldıran, ilk ihanet eden müşrikler olmuştur. Efendimiz (sav) hep antlaşmalarına bağlı kalmış, karşı taraf anlaşmayı bozup zulme yönelmedikçe savaş açmamıştır. (Tevbe,3-4) Tebuk seferi ve Mute savaşı da terörü kaynağında kurutmak, düşmanın Medine'ye kadar baskın yapmasını önlemek için yapılmıştır. Tıpkı bugün Afrin'de yaptığımız gibi. (Tevbe, 5-15)

Evet, savaşı gerektiren sebepleri; fitne, terör, tecavüz, baskı, zulüm, haksızlık, inançların önündeki engelleri kaldırmak ve vatan müdafaası olarak sıralayabiliriz. Cihad, zulmü ve fitneyi bertaraf etmek, din özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak ve dünyada adaleti ve barışı tesis etmek için yapılır, İslam tarihi boyunca da hep böyle olmuştur. Cihad adı altında bugün Deaş, Kaide, Taliban ve Bokuharam'ın yaptığı gibi terör estirmek, eli silah tutmayan masumları acımasızca katletmek yoktur İslam'da. Halife Hazreti Ebubekir, savaşa giden askere, "yaşlılara, kadınlara, çocuklara, mabetlere ve içlerinde ibadet edenlere dokunmayın, ağaçları kesmeyin, şehirleri yağma yapmayın” diye tembih etmiştir.

Savaştan önce düşmana telkin, teklif ve tebliğ yapılır, Hak dini kabul etmese de cizyeye (vergiye) razı olanlara artık kılıç çekilmez. Peygamber Efendimiz (sav), Hayber'in fethi günü sancağı Hazreti Ali'ye verirken, "Ya Ali, önce Allah'ın Rab, benim de Peygamber olduğumu tebliğ et, ola ki senin elinle bir kişinin hidayeti (doğru yolu) bulması kırmızı develere sahip olmandan hayırlıdır”. Buyurmuştur.

İslam tarihi boyunca fütuhatlar önce kalplerden başlamış, fethedilecek coğrafyalara önce dervişler gitmiş, gönüllere girilmiş, daha sonra ordular karşılaşmıştır. Orta Asya'nın, Anadolu'nun ve Balkanların fethini önce dervişler gerçekleştirmiştir.

Dinimize göre iki şey temenni edilmez: Ölüm ve Savaş.

Peygamberimiz (sav), "Ölümü temenni etmeyin. Yaşamam hayırlıysa yaşamayı, ölümüm hayırlıysa ölüm nasip eyle diye dua edin” buyurur. Hastalığa, er türlü zorluğa, yokluğa, acıya, ağrıya sabredilir, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inanılır ve gelen musibetlere sabrederek ecir beklenir. Başımıza gelen iyiliklerin Allah'ın lütfu olduğuna, başımıza gelen kötülüklerin de kendi suçumuzdan ve yanlışımızdan olduğuna inanırız. Dolayısıyla gerçek mü'min ölümü temenni etmez, intihara yönelmez, acıları sabırla karşılar ve çektiği acıların ve sıkıntıların karşılığında sevap alacağını ve günahlarına keffaret olacağına inanır. (Tevbe,50)

Savaş yani düşmanla karşılaşmak da temenni edilmez. Savaş acı ve gözyaşıdır, can ve mal kaybıdır. Ancak can, mal, namus, vatan, din tehlikeye girince, bu kutsal değerlere taciz ve tecavüz olunca savaşmak "Farz-ı Kifaye” olur, gücü yetenlerin savaştan kaçması haramdır. Ayet-i kerimede buyurulur: "İstemeseniz de savaş üzerinize farz kılındı. Umulur ki sevmediğiniz bir şeyde sizin için hayır olabilir, sevdiğiniz bir şeyde sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz”. (Bakara,216) Buyrulur. Başka bir ayette, "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, karşılaşınca da sabredin” buyrulur. Yine "Allah insanların bazılarını bazılarıyla def etmeseydi yeryüzünde fesat çıkardı”. (Bakara,251) Buyrulur.

Hazreti Adem'den beri hak ile batıl, iyi ile kötü mücadelesi hep olmuştur. Sulh ile müzakere yoluyla çözülemeyen sorunlar son çare olarak kuvvetle, savaşla çözülmüştür. Tıpkı ilaçla tedavi edilemeyen hastalıkların ameliyatla, hasta uzvun kesilip atılmasıyla tedavi edildiği gibi. Evet, savaş son çaredir. "Fitneyi yok edilip din Allah'ın oluncaya kadar savaşın, zira Fitne (terör) öldürmekten beterdir, kötüdür” buyrulur.

Cihad sadece savaş değildir, savaş cihadın bir şubesidir. Bugünün cihadı daha çok kalemle, teknolojiyle, ilimle, bilimledir, mal infakıyladır. Savaş ise, can ile cihattır. Kur'an-ı Kerim'in yüzlerce ayetinde mukatele (savaş) emredilmiş, şehidlik en yüce mertebe olarak zikredilmiş, Allah yolunda hicret edenler, mal ve canlarıyla cihad yapanlar cennetle müjdelenmiştir. (Tevbe,20) Efendimize, "Allah'ın en sevdiği en faziletli amel hangisidir?” diye sorulunca, "Önce Allah'a iman, sonra cihaddır” buyurmuştur. Efendimiz, cihadı da ikiye ayırmış, düşmanla savaşı "küçük cihad”, nefisle cihadı "büyük cihad” olarak nitelemiştir.

HAKSIZ YERE KAN DÖKMEK HARAMDIR

İnsan en güzel surette, en mükemmel şekilde, eşref-i malukat, ahsen-i takvim olarak yaratılmıştır. Sonra o insan yaptığı yanlışlarla esfel-i safilin dediğimiz en aşağı mertebeye inmektedir. Tin Suresinde,” Andolsun biz insanı ahsen-i takvim üzere (en güzel biçimde) yarattık, sonra onu en aşağı seviyeye, (esfel-i safiline) döndürdük”. Buyrulur.

İlk cinayet- öldürme olayı Kabil ile başlamış, bir kıskançlık yüzünden kardeşi Habil'i öldürmüştür. Kıyamete kadar her cinayetin günahından bir hisse de Kabil'e yazılmaktadır cinayet günahına yol açtığı için.

İslam'da teröristin adı "baği”dir. Devlete ve Müslüman devlet başkanına başkaldıran, yol kesen, fesat çıkaran, huzuru bozan, mal ve can güvenliğine kast eden bağidir, teröristtir. Tarih boyunca bağiler yani teröristler ve mürtedler (dinden çıkanlar) öldürülmüştür. Bağiyler (asiler), can ve mal güvenliğini yok ettiği için öldürülür. Mürtedler yani dinden dönenler de dini eğlence ve oyuncak yaptıkları ve başkalarına kötü örnek oldukları için öldürülmüşlerdir. Bir de ölüm cezalarını da içine alan kısas ve had cezaları vardır. Bunların dışında hiç bir cana kıyılmaz. "Kim bir canı haksız yere, bir can karşılığı olmaksızın ve yer yüzünde fesat çıkarmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim bir canı yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibidir” buyrulur ayet-i celilede. Ayrıca "kim haksız yere, bile bile bir mü'mini öldürürse ebedi cehennemliktir” (Nisa,93) buyrulur.

Maalesef, terörün yaptığı da, anladığı dil de sadece şiddettir. Şiddet ancak şiddetle önlenir. Kangrenli bir uzuv ancak kesilirse tedavi edilir. Şartlandırılmış, beyinleri yıkanmış, esfel-i safiline yuvarlanmış, dört ayaklı hayvanlar derecesine düşmüş, canavarlaşmış, merhamet duygularını kaybetmiş bu yaratıklar, maalesef tebliğden, telkinler anlamazlar. Islahı mümkün olmayan bu insanlar canlı olarak yakalanırsa işledikleri cinayetler için kısas yapılmalı, cinayet işlemedilerse hapse katılarak tövbe etmeleri beklenmelidir.

Evet, terörizmin ilacı-panzehiri İslam'ın Hukuk (ceza) sisteminde aranmalıdır. Atalarımız geçmişte bağileri ve katilleri nasıl kontrol veya ıslah etmişler, asırlarca Selçuklu ve Osmanlı nasıl yaşamış, yirmi milyon kilometre alana hükmeden koca imparatorluk dağılmadan nasıl ayakta kalmış, araştırılmalı ve çözüm orada bulunmalıdır. Teröristi hapse katıp üç beş yıl beslemekle ıslah yapılmaz, hatta daha da düşman olarak, bilenmiş ve kin dolu olarak hapisten çıkar.


Yazarın Diğer Yazıları