SON OPERASYONUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

   Bilindiği gibi, İstanbul polisi, 17 Aralık 2013 sabahı İstanbul ve Ankara merkezli büyük bir operasyona imza attı. Üst- ast ilişkisi kurulmadan, amirlerden habersiz yürütülen ve on dört aydır takibi yapıldığı söylenen bu operasyonla rüşvet, süistimal ve kara para aklama işlerine karıştıkları iddiasıyla bazı işadamları, bürokratlar, belediye başkanları (Fatih İlçesi Belediye Başkanı) ve bakan oğulları (İçişleri, Çevre ve Sanayi Bakanlarının oğulları) gözaltına alındı. Gizli kalması gereken soruşturma boy boy gazetelere servis edildi. İster istemez Hükümet cenahı, bir seçim sürecinde yapılan bu operasyonu manidar buldu, kendisine karşı bir komplo, tehdit ve başkaldırı olarak algıladı. Yanlışını gördüğü başta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın olmak üzere bazı emniyet müdürlerini görevden aldı. Emniyet içinde büyük çaplı bir temizlik başladı. Devlet içinde devlet görümündeki bu yapıyı otaya çıkarmak için Hükümet kararlılığını ortaya koydu.
    Evet, AK Parti Hükümeti büyük bir komployla karşı karşıya olduğunu anladı ve polis içinde bir operasyon başlattı. Her demokratik iktidar gücünü halktan alır ve halka hesap verir. Seçimle başa gelmiş bir hükümetin atanmışlar tarafından kuşatılması hiç kabul edilmez. O yüzden “davul hükümetin elinde, tokmak başkalarının elinde” görüntüsü Hükümeti harekete geçirdi, birçok ilde bazı polis şefleri görevden alındı. Bu operasyonun devam edeceği de anlaşılıyor.
    Devlet veya Hükümet, dört devlet kurumuna emanet. Bunlar; Asker, Polis, MİT ve Yargı. Hükümet bu dört kuruma güvenemezse ayakta duramaz. Hükümet, iç güvenliği sağlamada emniyet güçlerine, dış güvenlikte askere muhtaçtır, bunlara güvenmek zorundadır. MİT yani istihbarat, devletin ve hükümetin emrinde bir teşkilat olarak çalışır. Yargı ise, Hükümetten bağımsız üç kuvvetten biridir. Hülasa emniyet güçleri Hükümetin eli- ayağı, MİT ise gözü kulağıdır.  Bu dört kurumla Hükümet arasında bir güvensizlik oluşmuşsa, halka karşı sorumlu olan Hükümet tedbir almak zorundadır. Bu kurumların siyasete yön vermesi demokratik bir ülkede düşünülemez.
    Evet, AK Parti Hükümeti önceki yıllarda Polis ve Yargı içinde bazı yapılanmalara göz yumdu, müsaade etti. On yılın sonunda Yargıda ve Polis içinde devlete paralel güçlü bir yapının ortaya çıktığını gördü. Bu yapı, Hükümetin dış ve iç politikasına yön vermeye kalkıştı. 2010- 12 Eylül Anaysa referandumuyla “siyasete yön veren laikçi ve ulusalcı yargıçlardan kurtulduk, yargıyı demokratikleştirdik” diye sevinirken, Yargı ve Emniyet içinde başka bir vesayetle karşılaştı Hükümet. Bu günlerde Hükümet uyandı ama geç kaldı.  
        CEMAAT MEDYASI VE ÜST KADROLARI YANLIŞ YAPIYOR
     Önce şunu belirtelim; “Hükümeti sıkıştırma girişimi” diyebileceğimiz son yargı operasyonunda bütün bir cemaati veya hizmet hareketini töhmet altında bırakmak yanlıştır. Geniş cemaat tabanının bu işlerle alakası yoktur. Üstelik geniş cemaat tabanının AK Partiyle gönül bağı vardır, ne hocalarından, ne de Tayip Erdoğan’dan vazgeçerler.
     Demokratik bir devlette halk siyasetçiden hesap sorar, sorumluluk siyasetçiye aittir. Atanmış bürokratların, yöneticilerin sırtında yumurta küfesi yoktur. Hükümet başarılı olmak için bürokraside kendi politikasını onaylayan ve uygulayan insanlarla çalışmak zorundadır. Bu güne kadar AK Parti Hükümeti Gülen cemaatini kendisine yakın görmüş ve birçok bürokratik görevleri o cemaatle gönül bağı olan insanlara teslim etmişti. Daha doğrusu devlet yönetiminde Hükümet, Fethullah Hoca’nın yetişmiş kadrolarını en üst görevlerde değerlendirmişti. Şimdi anlıyoruz ki, bu insanlar iktidarı kuşatmaya başladı, devlet içinde devlet görüntüsü verdi, Yargıda ve Emniyette organize olmuş bir yapıya dönüştü, Hükümetin dış ve iç politikalarına yön vermeye kalkıştı. Çözüm sürecinde, terörle mücadelede, dershane ve eğitim politikasında, İsrail ile ilişkilerinde ve daha birçok siyasi tasarrufta Hükümetle ters düşen cemaate yakın bazı atanmışlar, bugün Hükümeti tehdit etmeye başladı, devlet içindeki konumlarıyla Hükümeti yıpratmak için pozisyon aldılar. Bu arada cemaatin medyası da topuyla tüfeğiyle ateşe başladı.


     Evet, son operasyondan pis kokular geliyor. Hükümet iki taraftan da, hem Ergenekon örgütünden, hem cemaat mensuplarından ateş altına alınmış durumda, darbeler arka arkaya gelmeye başladı. Daha doğrusu Hükümetin güvendiği dağlara bugün kar yağdı. Hükümet üyelerinin din kardeşim diye sarıldığı insanlar menfaat dostu çıktı. Menfaatleri bittiği anda Hükümeti düşman ilan ettiler. Mezara kadar dayanışmamız sürecek diyenlerin beraberliği pazarda bitti.
    Bir vatandaş olarak ben de üç-beş yıldır polis içindeki dostlarımdan duyuyordum. Polis içindedeki yapıdan şikayet ediyorlardı. Son yıllarda polis, savcı ve hakim olmak için adeta hizmet camiasından referans bulmak şart gibiydi. Yüksek puan aldığı halde Gülen cemaatinden referanslı olmayan adaylar mülakatlarda eleniyordu. Bu duyumlar karşısında şaşırıyordum, “cemaate bu kadar yetkiyi kim veriyor?” diyordum. Bu gelinen noktada Hükümetin yanında duruyorum. Devlet yönetiminde ağabeylere(!) değil amirlere itaat edilir. Amirinden değil, abisinden emir alanlar varsa yanlış yapıyorlar. Hiçbir Hükümet paralel bir devlet yapısına müsaade etmez. Bizim kültürümüzde, kitabımızda müslüman ülü’l emre (inanan devlet reisine) itaat farzdır.
     Şahsen Fethullah Hoca’mn şahsına büyük saygım var. İleriyi görmüş ve büyük bir eğitim kadrosu kurmuş, otuz-kırk yıl önce hizmet hareketini başlatmıştır. Cemaatin de kutsal bir hizmetin içinde olduklarını, din ve vatan için her fedakarlığa katlanan gönüllü kadrolar olduklarını biliyorum. Bu hizmet hareketini hep takdir ettim, çocuklarımı da onların dershanesine verdim. Hizmet hareketi, eğitim hizmetine devam etmeli, bir sivil toplum hareketi olarak kalmalıydı. Aynı kıbleye dönen insanlar birbirlerine bu operasyonları yapmamalıydı.


     Biliyorum ki, Sayın Başbakan’ın cemaatlerle hiçbir sorunu yok. Aksine cemaatlere karşı büyük bir sevgi besliyor. Cemaatlerin gençliğin yetişmesinde büyük bir boşluğu doldurduğuna inanıyor Sayın Başbakan. O yüzden cemaat mensuplarına da en üst düzeyde görevler vermekten çekinmedi, en çok onlara güvendi. MİT Başkanı Hakan Fidan’ yargılama girişimiyle Cemaat ile Hükumet arasında ilk soğukluk başladı. Dershanelerin kapatılması kararı karşısından aşırı bir tepki verildi, Hükümet cemaat medyası tarafından topa tutuldu. Bu gelişmelerin üstüne tuz biber olurcasına, bir intikam alma görüntüsüyle Hükümetin yakınlarına Yargı ve Emniyet ortaklığıyla mevsimsiz bir operasyon düzenlenince, Başbakan yeni bir vesayet altında olduğunu anladı ve elinden geleni yapmaya başladı. İşte son polis operasyonlarının sebebi de sonucu da bu olaylar zincirinde gizli. Burada kazanan olmayacaktır. Cemaatin çalışma alanı daralacaktır. İnanıyorum ki, büyük bir cemaat tabanı da bu tartışmalardan rahatsızdır ve AK Parti dışında bir arayışa girmeyecektir. Çünkü cemaatin finans kaynakları, cemaatin dayandığı taban AK parti tabanıdır.


Yazarın Diğer Yazıları