Abdurrahim Karakoç’un Ardından

Son yıllarda adet oldu,  GALATA TÜRKLERİ’nden biri öldüğü zaman cenazesine katılanlar cenazeyi alkışlıyorlar.

Cenazeyi alkışlamak ne anlama geliyor? Alkışlayanların bu “alkış” a ne anlam yüklediklerini bilmiyorum. Bu konuda bir yorum ve açıklamalarına da rastlamadım.

Cenazeyi alkışlamayı ben “protesto” olarak algılıyorum.

Kimi protesto ediyorlar?

Ölümü, kaderi, Yüce Yaratıcıyı...

Cenazelerde sükutun, tefekkürün, teslimiyetin, hüznün, ibretin  ön plana çıkması  gerekirken alkışın ve şamatanın ön plana çıkmasını “PROTESTO” dışında açıklayamıyorum.

Semavi dinlerde cenaze merasimlerinde “ALKIŞ” bulunmamaktadır. Her din kendi mensuplarının cenazesinin nasıl kaldırılacağını kurallaştırmıştır, hiçbirinde de alkış yoktur.

 GALATA  TÜRKLERİ kendilerine mahsus bir cenaze töreni geliştiriyorlar.

Aziz Nesin kendisinin Müslüman olmadığını  kendisine İslami bir cenaze töreni yapılmamasını cenazesinin yakılmasını istedi. Zannedersem öyle de yapıldı. Aziz Nesin’in tarzını “saygın” bir davranış olarak değerlendiriyorum. Türk toplumunun “net” insanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bulanık kişilikler toplumu da, hayatı da bulanık hale getirmektedir.

Necip Fazıl’ın deyimi ile “Masum Anadolu’nun saf çocuğu”, mazlum ve mahzun Abdürrahim Karakoç, cenazesinde  alkış istemediğini belirtmiş. Elbette ona bu yakışırdı. O her zaman “NET” ti.

Şiiri ile gönülleri titreten Karakoç ,“Mihriban” ile lambadaki alevi  üşütmüş, “her nesnenin bir bitimi var ama” ,“ayrılıktan zor belleme ölümü”  “aşk deyince kalem elden düşüyor” mısralarıyla duygularımızda anaforlar, fırtınalar estirmişti.                  

“Boşa bağlanmamış bülbül gülüne”  mısralarıyla klasik  şairlerimizin tarzını, üslubunu tazeleyen Karakoç’un anısına   Sadi-i Şirazi’nin mum ile pervane hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.  

“Bir gece gözümü bir damla uyku tutmadı. Pervanenin mumla konuşmasını dinledim.

Şöyle diyordu pervane, muma; ‘aşık olan benim, yanmak bana yakışır.

Sen niçin ağlıyorsun?’ Mum, ‘benim zavallı sevgilim’ dedi pervaneye, ‘tatlı balımdan ayırdılar beni, Şirin’im, balım elimden alınınca, Ferhat gibi ağlayıp sızlamak da bana yakışır olmuştur.’

Mum, hem konuşuyor, hem de  beyaz yanağına ateşten damlalar süzülüyordu: 
‘Meclisleri ışıtan nuruma bakma sen, sel gibi içime akan ve beni yakan ateşime bak, diyordu

Senin aşkın kuru bir iddiadır. Ne sabır var sende, ne de tahammül. Azıcık bir parıltı görünce kaçıyorsun.

 Ben yanıp eriyinceye kadar dikilirim ayakta. Senin sadece kanadını yakar aşk ateşi. Beni ise baştan ayağa yakmıştır.’

Şemle pervane dertleşirken gece ilerledi, derken peri gibi bir hizmetçi yaklaştı ve ‘püff’ diye üfleyip söndürdü onu.

Zavallı mumun dumanı başından çıkarken, ‘aşkın sonu budur’ dedi ve canını verdi.

Aşk ölerek kurtulmaktır geçici dünyadan.”


Yazarın Diğer Yazıları