Antonov CHP

Dünya’da komünizmin izi tozu kalmadı. Sanırım birazcık Küba’da kaldı,   biraz da can çekişip durduğu Kuzey Kore’de...
TÜRK SOLCULARI nerde bir  anarşi yapsalar hala coşkuyla KIZIL BAYRAKLAR SALLARLAR.
Kızıl bayrağı, ben komünizm özlemi olarak algılıyorum. Başka bir anlamı var mıdır? bilmiyorum.
Bir zamanlar komünizm hasreti duyanlara dinozorlar denilir, alay edilirdi. Bizim dinozorlar orijinalleri gibi yok olup gidecekleri yerde  talihsizliğimizden olacak hortlayarak aramıza döndüler.
Perihan Maden bir söyleşide “Eskiden ben de çok romantiktim, çok solcuydum, çok Sovyetisttim, herkese saydırıyordum.” diyerek solun Sovyetistliğine gönderme yapar.
Sovyetistlik ve  solculuk bizde pek paralel gider ...
Sovyetlerin nesine hayrandırlar ve neyine özlem duyarlar? bilemem.
Sovyetlerin insanlığa bıraktığı hiç bir övünçleri olamamışken, utanç olarak Kalaşenkofu bırkmışlardır.
Bir de Antonov Uçakları!
Namı diğer “Uçan Tabut”lar...
Birkaç yıl önce bizim “KIZIL BAYRAKLILAR”ın Antonovu ile Özbekistan’da tanışmıştım.
Antonov öyle  bir teknoloji harikasıdır ki Çiçek Abbas’ın minibüsü onun yanında “Boing” sayılır. Yırtık muşambadan koltukları, Anadolu’nun ücra köylerinin birinin umumi tuvaletinden aşırılmış gibi bir kokpit kapısı ile ağzınızı açık bırakır.
Geziciler ve  CHP liler bizi Antonovun üstün teknolojik seviyeyesine eriştirme aşkıyla yanıp tutuşurlar, aşkın gözü kör olduğundan, delilenir, Taksimin kaldırımlarını söker, havaalanlarına köprülere  höykürürler.
CHP’ liler bir gün ülkemizi yönetme şansına sahip olursa işte bizi bu Antonov teknolojisine eriştireceklerdir(!).
Gel gör ki göbeğini kaşıyan, davul kafalı Türk proletaryası bir türlü Antonovların lüksüne kavuşmak ve komünist olup Nirvana’ya erişmek istemez.
Halbuki ne çekmiştir bu uğurda Türk Solcuları ve CHP...
Hilton’larda, Sheraton’larda ne viskiler tüketmişlerdir.
Az mı Paris seferleri yapmış, Havailerde, Maldivlerde kendilerini denizlere vurmuş, güneşlerde az mı kavrulmuşlardır(!)
Bodrum’lara sürülmüş, Marmaris’lerde ömürlerini yemişlerdir.
Bıkmadan  usanmadan Leila’nın, Reina’nın cemiyet hayatlarında gecelerini telef etmişlerdir.
Yalılarda ne nutuklar atmış, havyar eşliğinde Nazım şiirleri okumuş, Nazım güzellemeleri yapmışlardır.
Çocukluklarını Saint Benoit’lerde, Saint Jozef’lerde, Robert’lerde, Dam de Sion’larda harcamışlardır.
Üniversite yıllarını işçilerimiz uğruna Londra’larda, Las Vegaslar’da, Florida’larda sarışınlarla yemişler, diploma bile alamadan yurda dönmek zorunda kalmışlardır!
Bunca “Batı” ya gark olmuşluğa rağmen, kendilerini Sovyetizm aşkı ve proletarya sevdasından kurtaramamışlar, ellerinde kızıl bayraklarla meydanlarda cefa çekmektedirler.
Ne yapsınlar ki, gönül, ferman dinlememektedir!
Hal böyleyken, nankör işçiler, bu yanık sevdaya karşılık vermemiş, gidip Tayyib’e ram olmuşlardır.
Nankörler! Makarnacılar! Kömürcüler!


Yazarın Diğer Yazıları