“CZECHOSLOVAKİA”

Version:1.0 StartHTML:0000000197 EndHTML:0000010000 StartFragment:0000002659 EndFragment:0000009964 SourceURL:file://localhost/Volumes/PAYLASIM-4/11%20Eyl%C3%BCl%202012/9.sayfa/sayfa%209.doc

60’lı yıllarda ilkokula başlamıştım. Okulumuzda kullandığımız kurşun kalemlerin üzerinde “Czechoslovakia yazardı. Yazının yanında da balık mıydı, timsah mıydı bir resim vardı. Kurşun kalemlerimiz  boydan boya önlüklerimiz gibi simsiyah, üzerindeki yazı da,  yakalarımız gibi beyazdı. Okuldaki kıyafetlerimiz tek tip olduğu gibi, kalemlerimiz de tek tipti.

Türkiye’de bulabileceğiniz tek kurşun kalem, siyah “Czechoslovakiakurşun kalemleri idi. Alternatifi yoktu. Bu kalemleri kalem tıraşla açarken  ucu sürekli kırılır hiç kullanamadan sonuna kadar açardınız. Çare olarak ta küçücük parmaklarımızı kestirip kanata kanata kalemlerimizi jiletle açardık.

Her şeye rağmen medeniyet dünyasından gelen bu cihaz (!) ve üzerindeki “Czechoslovakia  yazısı bende bir tecessüs ve hayranlık dalgalanması yaratırdı. Üzerindeki yazıyı tekrar tekrar okurdum, Czechoslovakia”,  “Czechoslovakia .

Yıllar sonra anladım ki  “Czechoslovakia  bir ülkeymiş, bizim o kalemleri de işte bu  “Czechoslovakia  yaparmış.

Geçenlerde işte bu “Czechoslovakia” ya gittim. Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılmış, Prag ve Bratislava da bu iki ülkenin başkentleri olmuşlar. Hem Prag hem Bratislava İstanbul, Ankara, Konya ve daha birçok Türk şehrinden çok daha sönük şehirler.

Bizim renk renk, pırıl pırıl, binalarımızın yerine, dış cephe boyaları kararıp yıpranmış, yer yer sıvaları dökülmüş binaları var. Caddeleri, kaldırımları bizim şehirlerimizden daha bakımlı değil. Çarşıları, pazarları, mağazaları, AVM leri Anakara ve İstanbul’la asla boy ölçüşemez. Konya’nınkiler kadar bile şık ve zengin değiller.

Prag, kristali ile ünlü bir şehir ama yüzlerce kristal mağazası birbirini tekrar etmekten öte gidememiş, bir Türk için çok da cazip ve ilginç hiç değiller. Kurşun kalemleri ile çocukluğumun teknolojik hayallerini süsleyen, rüya ülke “Czechoslovakia”,  artık bugün Türkiye’nin çok gerisinde.

Başka bir Orta Avrupa ülkesi olan Macaristan’ın başkenti Budapeşte’yse diğer iki başkentten daha sönük. Binaları daha bakımsız, caddelerden geçen otomobiller ortalama bir Türk şehrine göre daha demode. Çok sayıda tarihi binaları var ama diriliğini kaybetmiş, can çekişen sessiz ve sönük binalar.

Avrupa ülkeleri  sanki “Hasta Adam” olmuşlar.

Budapeşte’de, Türkiye’de alışık olmadığımız “second hand”-“ikinci el”- kıyafet mağazalarına rastlıyorsunuz. Kullanılmış elbiseler satılıyor. Ekonomik krizin ve çöküntünün derinliğini hissedebiliyorsunuz.

Macarlar, 150 yıl bizim bir şehrimiz olarak kalan Buadapeşte’de uyduruk bir Gülbaba Türbesi’nden başka hiç bir Türk-İslam eseri bırakmamışlar. Hem Türk asıllı(!) ve hem  de medeni Macarlar, 2000 yıl öncesinin Roma eserlerini, arkeolojik kazılarla gün yüzüne çıkarıp, titizlikle korurlarken, 300 yıl öncesinin Osmanlı eserlerini, cami, minare, hastane, bedesten, han ve hamamlardan bir taş bile bırakmadan yeryüzünden silmişler.

Afganlar Antik eserleri ve Buda Heykellerini  yok edecekler diye kıyamet koparıp, Afganistan’a  seferler düzenleyen Batı Medeniyeti  ve ikiyüzlülüğü işte bu!

                 

Ziya Paşa, geçen asırda, muhtemelen Avrupa’nın  bu yörelerini gezmiş şöyle demişti:                  

Diyarı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm

Dolaştım mülki İslâm'ı, bütün viraneler gördüm.

Ziya Paşa’dan bir asır sonra, çocukluğumun teknoloji devi (!)  “Czechoslovakia” yı ve “Macaristan” ı gezince, ben de şöyle dedim:

Diyarı küfrü gezdim, bütün viraneler gördüm

Dolaştım mülki İslâm'ı, beldeler, kâşaneler gördüm.

Rahmetli Özal, Türkiye’ye çağ atlatacağım diyordu, hayalleri gerçek oldu. Özleyenler “TEK PARTİ” dönemine ve  onun tek tip, siyah “Czechoslovakia” kalemlerine dönebilirler.

 


Yazarın Diğer Yazıları