Kürt Sorunu Ve Hacı Veyis Hoca

    Hacı Veyis  Hocaefendi bir sabah camiinden çıktığında mahallenin kadınlarının pencerelere, çatılara, çıktıklarını feryad ve figan içinde olduklarını görür. Kadınlar:
    -Yetiş hocam! Yetiş hocam! diye bağırmaktadırlar.
    Feryadın nedeni Aslanlı Kışla'da bulunan caminin ahşap olan minaresinin ortadan büyük bir testere ile kesilmesiydi. Minare susturuluyordu.
    Hocaefendi  üzgün, çaresiz ve bitab vaziyette evine geldiğinde:
    “Bıçkının sesini işittikçe, Hazreti Zekeriya kesiliyor sandım, bana çok dokundu” der..
    Minareyi kestirenlerden biri, şapka giymemekte direnen Hocaefendiye musallat olur, gelip gidip şapka giymesi konusunda Hoca'ya şiddet uygular. Hocaefendi Üçler Kabristanı yanındaki camisinin önünde ibrikle abdest almaktayken Katana tipi çok iri atını Hoca'nın üzerine doğru şaha kaldırır. Atın nalları kaldırım taşlarına çarpmakta kıvılcımlar sıçratmaktadır. 1934 yılıdır.


    Hocaefendi, ”Yarabbi Cemaline değil, Celaline sığınırım!” der. Oturduğu yerde çaresiz ve mahzun abdestini almaya devam eder.
    Üç gün sonra bir buğday kamyonu bahsedilen kişiye çarpar ve feci şekilde can verir.
    İşte o günlerde “Minare Kesenler” Doğu'dan bazı aileleri Konya'ya sürgün ederler. Hocaefendi bu ailelerden bazılarını müderrisi olduğu Cevizaltı medresesinin yirmi iki odasına, bazı aileleri de Dolav mahallesinde bazı ailelerin yanlarına yerleştirir.
    Hocaefendi kesintisiz her akşam yemeğini, evinden tenceresini götürerek medresede bu ailelerle birlikte yemektedir. Eşi Muhsine Hanım'ın, bir süre sonra sabrı kaçıp bu yemek işine söylenince:


    “Muhsine, o ağzındaki tükürüğü sakın yutma tükür, o tükürük o kadar zehirli ki Beyşehir gölüne düşse bütün balıkları öldürür” der.
     Bir gün, bu sürgünler insanların yıkanıp asılmış delik-deşik çamaşırlarını görür ve “keşke görmeseydim!” “keşke görmeseydim!” diye ağlayarak evine gelir.
    -“Ben görmekle üzülüyorum, yüreğim parçalanıyor, bu zulmün sonu bu millete neye mal olacak? Bu işleri başımıza kimler açıyor”.... der.(*)
    “Minare Kesenler” bu işleri başımıza açtılar, yarattıkları ve fikirdaşı oldukları PKK ile zulmü doruğa erdirdiler. Bu işin sonu bu millete kırk bin can ve dört yüz milyar dolara mal oldu.


     Açılan yaraya merhem olmak, milleti bir bütün halinde ayağa kaldırmak, yine  atla çiğnenenlere, minaresi kesilenlere, “Masum Anadolu'nun saf çocuklarına” kaldı...
    Hacı Veyis Hocaefendi gibi, gönül tenceresini kapıp gitmenin tam zamanı....
    Hacı Veyis Hocaefendi'nin gönüldaşları ve o günlerde onunla akşam yemeklerini paylaşan kaderdaşları, sizleri bugünlerde tarih göreve çağırıyor.
    O günlerde o sofranın etrafında nasıl oturmuşsanız tekrar diz dize omuz omuza oturunuz.
    Irkçılık ülkemize “kuş gribi” gibi batıdan bulaşmıştır. En acı kıyımını da Türkiye'de yapmıştır.
    Bu hastalığın ilacı Hacı Veyis Hocaefendi'nin dergahıdır.
(*)-M. Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar-1 Kaynak Yayınevi 2007.

NOT: Karasal Yayın hakkını kazanan “Masum Anadolu'nun Saf Çocuğu” nun sesi KON TV' yi, ve Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Özer Bey'i kutlar daha  nice başarılar dilerim.
 


Yazarın Diğer Yazıları