NEVİN HALICI

Bir kaç yıl önce İran turuna katılmıştım. Geziye Konyalı bir hanımın da katılacağını söylediler. O hanımla Atatürk havaalanında tanıştık. Nevin Halıcı Hanımefendi'ydi.
Gezi boyunca İran  yemekleriyle hep ilgiliydi. İran yemeklerini hem tattı, hem de nasıl yapıldıkları hakkında  detaylı bilgiler  topladı.
İranlı tur rehberimizin bir mağazanın “NOVİN” ismiyle bağlantı kurmasıyla “NEVİN” isminin Farsça olduğunu da öğrenmiş olduk.
Nevin Hanım'la İran'ı birlikte yaşadık.
Şiraz'daki  İrem bağlarını, Hafız'ın, Sadi'nin türbelerini gördük. İrem bağlarında bir doğu ülkesinden beklenmeyecek ölçüde zengin bitki çeşidi vardı. Çok düzenli ve bakımlı idi.
Hafız ve Sadi'nin türbeleri ve bahçe düzenlemeleri muhteşemdi.
Hafız'ın mezar taşında “Sen kabrime gelirsen, dirilip kalkıveririm” mealinde kendi dizeleri vardı. Sadi'nin türbesindeyse, edebiyat fakültesi talebeleri Gülistan'dan ders yapıyorlardı. İran'da edebiyat adeta yazılmıyor,  yaşanıyordu.
Isfahandaki Khaju(Hacu) köprüsünün tuğla mimarisi harika ve şahane kelimeleri ile karşılanamayacak kadar muhteşemdi. Bu köprünün zevkini yeterince tadabilmek için karşısına oturup aylarca seyretmek gerektiğine inandım.  Köprünün kemerlerinin arasında bir genç, duygulu bir ses tonuyla Sadi'den Gülistan okuyor, bir grup Acem de  oturmuş o genci dinliyorlardı. İsfahan size edebiyat, şiir, mimari solutuyordu.
Nısf-ı Cihan Meydanı dünyanın ikinci Büyük meydanıydı. Meydanı çevreleyen mimari eserler, bu eserlerin tezyininde kullanılan seramikler, çiniler göz kamaştırıyordu. Medrese ve türbeler tuğlalarla örülürken geometrinin her şekli kullanılmıştı. Tuğlalar, seramikler, çiniler, minyatür sanatçıları sizi alıp binbir gece masallarının sihirli dünyasına  götürüyordu.
Nısf-ı Cihan Meydanının etrafındaki mağaza ve dükkanların yoksulluğu ise Batı ambargosunun derinliğini hissettiriyordu.
Aldığımız minyatürler İran'ın bize en güzel hediyesi idi. Isfahandaki Melikşah camiinde Selçuklu atalarımızla asırlar sonra kucaklaştık. Sanki  Melikşah ile Veziri Niazmülmülk, hala oralardaydılar. Anadolu'ya, Konya'ya,  Türkiye'ye  ta o asırlardan selamlar getirdik.
Tahran'da, Ali Kapı'daki yemek ve Türk sanat müziği ziyafetiyle, İran'a hem ne kadar yakın  hem de ne kadar uzak olduğumuzu hissettik. İran bize, Ali Kapı, ismiyle,  kusursuz icra edilen Türk Sanat Müziği'yle, yemeklerinin Adana, Antep mutfağıyla birebir aynı olmasıyla çok yakındı. Ali Kapı'dan, İran'daki milyonlarca Türk'ten habersiz olanlarımızla da  İran'a o kadar uzaktık.
Nevin hanımla eşimin marifetiyle yeniden buluştuğumuzda bu anıları yeniden tazeledik.
Nevin Hanım'ı daha derinden tanıdıkça, yemeği bir sanat olmaktan çıkarıp bir kültüre dönüştürdüğünü gördüm. Bu alandaki kitapları Türk kültürünün,  Konya kültürünün, abide eserlerinden olmuşlar,  asırlarca elden ele, gönülden gönüle geçeceklerinden hiç kuşkum kalmadı.
Nevi Hanım'ın nazik davetinde bize ikram edilen sirkencubin şerbeti ve Fihi Ma fih çorbasının lezzetleri sadece damağımızda değil gönlümüzde kaldı. Nevin Hanım bu lezzetleri Mesnevinin satır aralarından ta yedi asır sonrasının Konya'sına taşımış, taşıtmıştı.
Yemeğin ardından  Nevin Hanım'ın kılavuzluğunda iştirak ettiğimiz “Mistik Müzik Festivali” yemek üzerine Türk kahvesi gibiydi.


Yazarın Diğer Yazıları