Türkiye Anadolu’ya Sığmaz

Türkiye’nin dış politikada,  siliklikten, suskunluktan, statiklikten, dinamizme doğru rol değiştirmesi, hem dışarda hem içerde rahatsızlık yaratıyor.

Özellikle statükonun kalesi CHP  huzursuz oluyor.

Lozan şartlarına, Lozan günlerine saplanan  CHP çevreleri, kıyamete kadar Türkiye’yi  o çerçevede  tutmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin Suriye’yle, Kerkük’le, Myanmar’la , Somali’yle, Doğu Türkistan’la, Bosna’yla, Kosova’yla, Libya’yla  ilgilenmesi tutucu  ulusalcı çevrelerde   şaşkınlık ve öfke yaratıyor.

Bu insanlar, soğuk savaş günlerinin geride kaldığını algılayamıyor, hala o günlerin  argümanlarıyla dünyayı anlamaya çalışıyorlar.

Türkiye, Özal’ın ekonomi programlarıyla ihracatını 3 milyar dolardan 150 milyar dolara çıkarmıştır. Cin şişeden çıkmıştır. 400 yıllık gerileme bitmiştir. Dünün “hasta adam”ı bugün zımba gibi ayaktadır. Hedef 1 trilyon dolardır. Kazara CHP iktidar olmazsa 2050 lerde bu hedef yakalanacaktır.

Türkiye’ye tarihinin, coğrafyasının, yüklediği bir misyon vardır. Türkiye o hedefe koşuyor.

 Dört asır önce bir Avrupa Elçisine Türkler şöyle demişlerdi;

Padişah atının nalları nereye değdi ise, oralar Padişah’a aittir; bu Ferdinand’ın elçilerine 1528 de İstanbul’da verilen tek cevaptı.”(*)

Bugün de Fas’tan Yakutistan’a, Endonezya’dan, Viyana’ya uzanan coğrafya Türkiye’nin kapsama alanındadır. Buralarda ne olup bitiyorsa Türkiye’nin üstüne vazifedir. Oralardaki her hadisede Türkiye masanın bir köşesinde bulunacaktır. Dost ta düşman da bunu böyle bilmelidir. İhracatı artırmanın, ekenomik atağı sürdürmenin yolu da budur. Millet buralara sel gibi akmaktadır. Devlet te millete ayak uydurmak zorundadır.

Türkiye’nin emperyal  amaçları olamaz. Genişlemesi gerekmez. Ama ayakları Anadolu’da olmak üzere, elleri her yerde olacaktır. Buna Türkiye’nin de  o ülkelerin de ihtiyacı vardır.

Sömürmeyerek, ortak olarak, Türkiye mazlumları ayağa kaldıracaktır.

Bugün Türkiye ve bahsettiğimiz coğrafya  bu doğumun sancılarını yaşamaktadır. Arap baharından sonra, daha ne baharlar gelecektir!

Burada bir anekdot aktarmak istiyorum.

Birinci Cihan Savaşı'nın sonu gelir, Osmanlı yenilmiştir, Türk askerleri Suriye’den çekileceklerdir. Daha sonra anılarını yazacak olan Selahattin Günay ayrılışı şöyle anlatır:

“Tam kalenin kapısından çıkarken, uzaktan tanıdığım genç bir Arap önümü kesti, eğildi, iki elime sarıldı:
-Ah siz ve siz Türkler, bizi kimlere bırakıp böyle gidiyorsunuz ya Selahattin? Arkanızda koca bir tarih bırakarak buradan ayrılıyorsunuz... Ne yazık ki biz sizleri bulamayacağız!"
Bu ayrılıştan duyduğum hüzün ve elemi babamdan ve baba ocağından ayrılırken duymamıştım. O canım yerleri belki bir daha görmemek üzere terk ediyor, vatanın bu parçasını öksüz ve yetim bırakıyorduk. İki gözümüz iki çeşme gayrı ihtiyari boşalıyor, her attığımız adımı artık hasretle geride bırakıyorduk.
Ah, o ne acı anlar ve günlerdi."(**)

Bu gün Selahattin onlara diyor ki:

“Sizi kimselere bırakmadık,  işte  geri geldik!”

Türkiye’nin yükü ağırdır ve yolu zorluklarla doludur, ama devlerin yükü ağır olur.. Türkiye bunu başaracaktır. Yıllar önce Necip Fazıl:

                                                     

Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

ve,

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

 demişti.

                 

SAKARYA” şimdi  ayağa kalktı ve  koşuyor.

Çelme takanlar utansın!

                                                                                                                             


(*)-TÜRK VİYANA, Rubina Möhring HEROLD.

(**)- Suriye ve Filistin Anıları, Selahattin Günay, İş Bankası Yayınları.
 


Yazarın Diğer Yazıları