MİLLİ ŞEF’İN KONYA’YA ARMAĞANI

Elbette ki diktatör değildi…
 Milli şefti…
Vatanlarını ve cumhuriyeti hediye ettiği yığına her şeyi yapabilirdi.
Hakkıydı bu, o ve onun gibiler olmasa zaten yok olacaktı bu yığın,
Yaşasalar bile babaları kim bilmeyeceklerdi.
 
Elbette aç kalabilirlerdi, 
Elbette vesikayla alacaklardı ekmeklerini.
Elbette istiklal mahkemelerinde; avukatsız, temyizsiz yargılanacaklar
Gerektiğinde yağlı urganda sallanacaklardı.
Sağ kalanlar şükretmeliydi.
 
Dünyanın tarihini değiştirmiş bir millet filan değildi elbette bu yığın,
Cahildi hepsi, bir padişaha kul olmuş tebaa idiler sadece…
Padişah da zaten vatan hainiydi; 
Hem devletin sahibi, hem de haini…!
Bir İngiliz gemisine binip kaçmıştı vatandan,
Hain olduğu kadar aptaldı da, savaşın başında kaçmayı da, altınlarla dolu saraydan birkaç parça mücevher almayı da akıl edememişti.
 
 
Yepyeni bir sistem kuruluyordu
Sistem kurulmadan ihtiyaç vardı yığınlara,
Çünkü bu yığın,
Vatan denince, bayrak denince, Allah denince kendinden geçiyor,
Canları dâhil, veremeyecekleri şey olmuyordu.
 
Ama artık bitmişti görevleri…
Saltanat lağv edilirken ufak bir kıpırdanma oldu yığınlarda,
Hanedanın kundaktaki bebeklerine kadar sürülmesi gerekiyordu, yapıldı…
Artık yığınlar Osmanoğulları’na bel bağlayamayacaktı.
Eski düşman yeni dost ülkeler, yığınları özgürleştirmeyi, saltanattan kurtarmayı istiyorlardı işte, dostluk böyle bir şeydi… Kendi kraliçeleri zaten demokrattı. Düşman olunacak aile İngiliz Kraliyet Ailesi değil Osmanlı Hanedanı’ydı.
Ama yığınlar bunu bile anlamıyordu.
 
Artık her şey yeni olmalıydı,
Devrimin önündeki tek engel devrimi sahiplenecek yığınlardı.
Hilafet kaldırılırken yığınlarda yeni bir kıpırdanma daha oldu
Mecliste devletin dininin değiştirilmesi teklif ediliyor, örümcek kafalı yığınlar hala “gökten indirildiği sanılan” bir kitabı elinden düşürmüyordu.
Bu yığınlar yüzünden hiçbir şey istendiği gibi olmuyordu.
 
Milli şef, bu tebaya devrimi öğretmek için az çaba harcamadı…
Ondan önceki Cumhurbaşkanıyla zaten düşmandı…
Yıllarca yüzünü bile görmek istemedi; ama aralarında tam olarak ne olduğunu kimse bilmedi.
O’nun ölümünden hemen sonra zaten gerekeni yaptı.
Yığınlar da milli şefin icraatlarından nasibini aldı…
Medeniyetten anlamazlardı, milli şef medeniyet getirdi…
Bilmedikleri bir dilde ezan okunuyordu, milli şef ezanı Türkçeleştirdi.
Hatta o dil de ezan okuyanlara en şiddetli cezalar getirdi.
“Gökten indirildiği varsayılan kitap” da yasaklandı.
Ama yığın durmuyordu, gizli gizli okumaya ve öğrenmeye devam ettiler,
Evler arandı, kitap yakıldı, yığınlar yılmadı…
Geceleri gizlice toplanmaya, kitabı öğretmeye, öğrenmeye devam ettiler.
Günlerce yorulup hacca gidiyorlardı;
Milli şef haccı yasakladı.
Zaten Araplar bize ihanet etmemiş miydi, gerek yoktu oralara gitmeye,
 “Kabe Arabın olsun Çankaya bize yeter”di…
 
Elbette ki diktatör değildi, milli şefti.
Ona saygısını ifade etmek isteyenler ayakkabısını öpebilirlerdi mesela…
Ayağını değil, elbette ayakkabısını…
 
 
 
Ayrıca milli şef camileri de çok severdi.
Onun döneminde camilerle ilgili çok özel çalışmalar yapıldı.
Camilerin önlerinde askerler beklerdi mesela; yığınların bilmedikleri dilde azan okuyanlar hemen devrim adına tutuklanırdı. Camileri ahır yapma ya da tabanlarını sulayarak temellerinin sağlamlaştırma projelerinin hepsi onun döneminde uygulandı.
Konya camileri de nasibini aldı milli şeften.
Şefin camii sevgisi, Şerafettin Camiinin minaresi üzerindeki 6 okla taçlandı.
Elbette diktatör değildi,
Milli şefti… 
Ama yıllar boyunca  Konya’daki bütün  bürokrat ve yöneticiler bu büyük eseri görmezden geldi.
 

Yazarın Diğer Yazıları