Geçmiş zaman olur ki ..

Yıl 1978… Günlerden soğuk mu soğuk Kasım ayının 28’i..

Şimdi ki adı “Konya Lisesi” olan “Gazi Lisesi”nin birinci sınıf öğrencisiyim..

O zamanlar belediye otobüslerinin son durağı da, hareket merkezi de Kayalıpark’tı.. Günde zaten sayılı seferi olan belediye otobüslerine oradan inilir, oradan binilirdi..

Şimdiki  adı “Kalfalar” olan “Aymanas” otobüsü ile okula gelir giderdim..İşte böyle sıradan bir okul günüydü.

Sabahın alaca karanlığında, Aymanas otobüsünden Kayalıpark’ta inince, İplikçi Camii’nin etrafında yüzlerce meraklı bakışları ile caminin minaresini seyreden insanlar gözüme ilişti..

Baktım ki, caminin minaresi eğilmiş, düştü, düşecek.. On dakika sonra da “Aymanas” otobüsü var.. Hemen eve gidip fotoğraf makinesini alıp geleceğim.. Öylede yaptım.. Yaklaşık bir saat sonra geldiğimde kalabalık iyice artmış, ortalıkta daha da aydınlanmıştı... Bir-kaç kare minarenin eğik haliyle olan resmini  çektikten sonra başladım beklemeye.. Güya, minare yere düşecekte, ben de düşerken resmini çekeceğim.. Süresini hatırlamıyorum ama uzun bir zaman geçmişti..

Elinde vizörüne tepeden bakmalı “Lübitel” marka fotoğraf makinalı, saçları oldukça fazla dağılmış, kahverengi pardesülü,  bir adam yanıma yaklaşarak “Canavar ne iş. Ne bekliyorsun?“  dedi. Bende Gazi Lisesi’nde okuduğumu, minare düşerken, yakalayabilirsem resmini çekeceğimi söyledim..

Gözlerinden ama alaylı, ama sevincinden olsa gerek bir gülme süzülen o adam, bir kahkaha attı ve ardından da  “Canavar ben Gazel.. Eğer öyle bir resmi yakalayıp, çekebilirsen  bana getir. Ben Yeni Meram’dayım” dedi ve adımı, okuduğum okulu bir kağıda yazdıktan bir süre sonra da gitti..

 

Bu kez Ziraat Bankası’nın güvenlik görevlisi yanıma geldi; “seni müdür çağırıyor” dedi.. Bankadan içeri adımımı atar atmaz, içerinin sıcaklığı yüzüme öyle vurdu ki, sanki saunaya giriyorum. İşte o zaman anladım üşüdüğümü.. Elim ayağım adeta uyuşmuş, mosmor olmuştu.. Saate baktım ki, tam dört saati aşkın süre beklemişim..

Müdürün odasına girdim, “Oğlum işin mi yok. Git okuluna” diye çıkıştı ve ardından da “iki çay” diye seslendi.. Çayımı içip bitince de “madem minare düşecek, sen de resmin çekeceksin, o zaman şu pencerenin önünde dur da, dışarıda bekleme” dedi..

 

Öylede yaptım.. Öğlen saatinin gelmesiyle birlikte hala bugün ismini bile bilmediğim o müdür bana  yemek ikramında bulundu. Akşama kadar da içtiğim çayın hesabı yoktu.. Hava karardı,  resim çekme imkanı ortadan kalktı, banka da kapanınca bende evin yolunu tuttum.. yani o gün okulu asmıştım..

Gece sabaha kadar  “Minare düştü mü, yoksa birileri gelip yaptı mı? “ diye merak içerisinde uyuyamadım…

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte dünden kalan mesai tekrar başlamıştı benim için. Minarede sanki beni beklercesine eğik bir şekilde duruyordu.

Yine meraklı bekleyişli insanlar.. Yine aynı.. tablo.. Ama bu kez dün astıgım okula bugün gitmem lazımdı, çünkü yazılı vardı. Gecikmeli de olsa mecburen okulun yolunu tuttum..

Üçüncü ya da dördüncü dersin ortasıydı.. Sınıfın kapısı aralandı.. Okul müdürü “Kör Omar” lakaplı Ömer Kaya belirdi birden.. Derste  Fransızcaydı. Fransızca Hocamız da sonradan ustam olacak olan İbrahim Sur’un ağabeyi, Faruk Sur’du.. Müdür  Kaya “Hocam dersini bölüyorum ama bana Kemal Soylu lazım” dedi.. Müdürle birlikte odasına girdiğimizde, baktım ki karşımda yine o dağınık saçlı, kahverengi pardesülü adam.. 

Beni görünce iki eliyle dağınık saçlarını geriye sıvazladı ve ekledi: “Canavar ne yaptın resmi çektin mi?” diye sordu.. Bende “Abi bugün fazla beklemedim okula geldim. Yazılım vardı” derken, minare düştü bende resmi çekemedim diye üzülmüştüm ki, ekledi.. “Canavar.. Minareyi helikopterle gelmişler, ipten sarkan  bir kişi düzeltmiş gitmiş. Resmi senin çektiğini zannetmiştim. İstersen gel benimle gazeteye” diyerek aldı götürdü beni, Yeni Meram’a..

Bu olay benim hayatımın dönüm noktası olan gazeteli günlerin başlamasıydı. Mehmet Gazel’in götürdüğü, Yeni Meram’ın Mevlana Caddesi’ndeki bodrum katında.. Sonra dedem, nur içersinde yatsın “Tenekeci İsmail Usta” diye bilinen İsmail Büyükkendirci, benim bu gazetecilik sevdamdan vaz geçirmek için çok uğraştıysa da başaramadı..

1983 yılında Hakkın rahmetine kavuşan dedem, ölmeden kısa bir süre önce “Madem bu işi yapacaksın. Yeni Konya Gazetesi’nin sahibi Mustafa Gücüyener benim arkadaşım.  Ayrıca bağ komşumuzda olur. Seni onun yanına götürüyüm. Yeni Konya’da çalış” dediyse  bu o zaman kısmet olmadı..

Belki de dedemin bana bir vasiyeti olan Yeni Konya Gazetesi’ndeki çalışmam, Milliyet  ve Sabah Gazetesi Konya Büro Şefliğini noktaladıktan sonraya kısmet oldu.. 33 yıllık meslek yaşamımı dedemin arkadaşı, bağ komşumuz “Baba Hasanlar” ın merhum Mustafa Gücüyener’in kurduğu, bugün Başkanlığın Ahmet Özer’in yaptığı ve Türkiye’nin medya alanında faaliyet gösteren ilk ve tek vakfı olan ANMEG’in sahibi olduğu Yeni Konya Gazetesi, şimdi daha da emin ellerde..

Dile kolay.. Koskoca bir 63 yıl..

Bu 63 yıllık süreç içerisinde Yeni Konya Gazetesi’nden  kimler  geldi, kimler geçti.. Bilenler bilir.. Bilmeyenlerde şunu bilmeli ki;  Yeni Konya Gazetesi, Konya basınının  çimentosu, demiri hatta temel taşıdır..

Varlığın Konya’ya armağan olsun, Yeni Konya, sen çok yaşa…


Yazarın Diğer Yazıları