ANOMALİ 2005

Esmalardan yansıyan en güzel "Selâm” üzerimize olsun.

 

Bu pulsuz mektubu, gecenin karanlığına yaslanıp gözlerinde yıldızların kördüğüm olduğu zamanlardan yazıyorum. Düşlerimi kelimelerime ilmikleyip senden yine sana yağıyorum, şu yağmurlardan yağmurlara gebe kalmış yüreğimle. Issız bir gece yarısı, daim içten içe kanayan yokluğunu, durgun denizlere gömüyorum. Gözlerinin perdelerine eğilip karanlık duvarlarını yıkıyorum hayalî, kirpiklerimde asılı kalmış gözyaşlarımla. Tarıyorum karmakarışık saçlarını, kalbimin nobran rüzgârıyla. Kırılgan ve incecik saç tellerine; kederli bulutlarla taçlandırılmış dağlarımın, son kardelenlerini örüyorum. Her sabah güneşiyle yine sana doğuyorum…

 

Seni "hasret” kelimelerinin dilsiz duvarlarına çizilmiş bir figürden daha öte, kozasından cüda bir kelebeğin gözyaşlarıyla yazıyorum. Nedenini soracak olursan biriciğim; toprağa düşen her gözyaşında, çiçeklerin damarlarında, her zaman "yaşa” diye. Biliyorum her canlı gibi bir gün vuslat şurubunu Azrail'in avuçlarından kana kana içeceğiz. Bedenler çürüse de, diller unutsa da satırlara ilmiklenmiş gözler her zaman yaşayacak. Sen de gözlerimdeki sabitlenmiş bakış olacaksın. Sen benim yürek bahçemde, Zümrüd-ü Anka'nın gözyaşlarıyla beslenen ve tenimde nefes alıp veren bir yudum ömürsün. Ömürler toprağa gömülsün!

 

Her gün gözlerinde yeniden doğmak için, avuç içlerine bir bebek gibi kıvrılıp, hiç usanmadan soluklarına sığınıyorum. Gergin kaşlarına çınarca yaslanmış, fırtınaların kanatlarına uzanıp gözlerinin huzurunu soluyorum. Yalnızlık ambarından bir dirhem sevgini kuru dudaklarıma değdiriyorum. Toprağa mevzilenmiş güneşe, seni anlatıp sonsuzluğa çiziyorum, kızıl güllerin gözyaşlarında yıkanmış ismini. Gözlerine gangren acıları sürmeye, yüzünün coğrafyasında çiçek açmış, gülüşlerini kaderime sabitlemeye geliyorum. Yaşadığım tenha şehrin ışıklarını söndürüp latif gönlünün aydınlığıyla kendi karanlıklarımı ezmeye geliyorum. Haydi, nazenin tebessümünle sil terli yüreğimi. Alnındaki gri sisli çizgiler kırışmasın. Farz et hep mutlu olmak nankörlüğe sebepmiş, mutsuzluksa kaybedenlerin sevdiği oyun…

 

Susuz dudaklarımın çöl yutmuş bitkinliğine, eren nefeslerinden bir yudumsun. Sadece minnet duyarım, zehir olup dolaşsan damarlarımda. Durma sevdiğim, hep daha fazla sev beni. Kendi yazdığımız kaderi, vuslat imkânsızlığına gömme. Gülüşünün kurak toprakları mezarım olsun. Üşüdüm mü toprağın altında, sarılırım avuç içlerine, bir bebeğin annesinin göğsüne kıvrılışı gibi. Susadım mı, kirpiklerine uğrar kana kana içerim sevgini. Şimdi ıssızlar şehrinin ışıklarını söndür ve şah damarıma sür kör bıçaklarını. Doğduğumca varayım sana.

 

Dizlerim kırık, belim bükük kalsın. N'olur incinme hicranım! Yüreğinden usulca damlayayım toprağa. Kucaklaşıp, son kez gözlerinle, gülümsesin kara gölgelerim. Darağacında saçlarından örülmüş urganım olsun. Keskin bakışların zehir olup dolaşsın damarlarımda. Varsın morarsın bedenim. Şimdi, "seni seviyorum…” diyen dilime son kez kilit vur. Şah damarımdan süzül içeriye. Sür "Aşk” zehrini, cümle hücrelerimin solgun dudaklarına.

 

şah damarımdan süzülerek içeriye, tanış kendinle

zehrini bal şerbeti diye içerim, akarken sen bende

şehrimin ışıklarını söndürüp, acılar kilitle üzerime

çoktan kurtlanmış sancıları giydir fani bedenime

 

n'olur ölüm meleğim, omzunda dinlensin yüreğim

senin emrinle ölmenin zevkini sol yanıma dikeyim

haydi, zehir ol dolaş damarlarımda, sana geleyim

yâr, senin avuçlarından daha nice gitmelere gebeyim…

 

Sessizce ölüyorum ıssızlığım. Çünkü sen, yürek satırlarına ördüğüm, ölümsüzlüğümsün...

 

Hayra karşı geliniz.


Yazarın Diğer Yazıları