YALNIZLAR BANKI

 

Esmalardan yansıyan en güzel "Selâm” üzerimize olsun.

 

Merhabalar güzel bakan, güzeli gören insanlar. Bugün bir değişiklik yapıp ünlü bir yazardan öykü alıntısı ile köşemizi süsleyeceğim. Kolombiyalı yazar Miguel Dominiq Ertantes ödüllü eserlerinde özellikle Mesnevi'den çok etkilendiğini söylüyor. Doğaya ve insana sevgi dolu bakış açısı ve hep pozitif duruşu ile dikkat çekiyor. Şiirlerinde de biraz pastoral biraz da nostaljik bir hava hâkim… Onun akıcı bir "yol” hikayesinden sizler için seçtiğim özel bölümü okuyalım bu hafta. Dileyenler diğer eserlerini de araştırabilir.

 

"Genç kadın Andes Dağları'na paralel yürümeye devam etti. Beyaza çalan açık turkuaz bir örtü vardı dağların üzerinde. Sırtındaki küçük mor çantasında duran mataraya uzandı, bir yudum su daha alıp tekrar çantanın kenarındaki göze koydu. Uzun süredir yaya ilerlediği için ayakları şişmiş olmalıydı. Keten ayakkabılarını parmak uçlarına kadar çıkardı. Hafiften bir soğukluk hissetti. "Buralarda tek mevsim ilkbahar olmalı.” diye düşünmekten kendini alamadı. Bulunduğu yerden Andes'lerin yamaçlarındaki ıssız yeşil temalı cümbüş çok net görünüyordu. Yer yer gülümseyen pamuk bulutları saymazsak, sanki gökyüzü sabit bir mavinin monotonluğundaydı.

 

Kadın ne kadar zamandır yürüdüğünü anımsamaya çalıştı, nafile! Sanki hiç akşam olmuyordu, gökyüzü hep aynı renkteydi ve güneş hiç batmıyordu. Ayakkabılarını tekrar giydi. Biraz daha ilerleyecek gücü vardı.

 

Dünyayı ikiye bölen ekvator çizgisini düşündü. Kuzeydekiler, genelde sömürgeci zenginlerdi. Bunun aksine güneyde yaşayan toplumlar fazla naif ve doğal yaşıyorlardı. Yüksek moral değerler ve iki dünya inancı onları savunmasız kılıyordu. Beyaz Adam ise kendi çıkarları için hiçbir değeri tanımadan semiriyordu. Bukowski şöyle açıklıyordu bu durumu: ”Nefret ettiğim insanla iyi geçinmeme siz medeniyet diyorsunuz...”

 

Sahipsiz bir fısıltı, kadına "Noumenon, hey Noumenon hadi uyansana...” dedi sanki. Ne kadar süredir oturduğunu bilmediği bir bankta uyuyakalmıştı. Rüyasında annesini görmüştü yine ve annesi yine ona uyanmasını söylemişti. Anlamıyordu, ne isminin neden bu kadar tuhaf olduğunu ne de annesinin "uyanmak” derken neyi kastettiğini anlamıyordu. Birkaç yaban kazı uçtu başının üzerinden. Hep aynı omuza eğilmekten boynu tutulmuştu. Kalkıp kültürfizik hareketleri yapmayı düşündü. Noumenon spor yapmayı bırakalı seneler olmuştu. Tabi yürümeyi spordan sayarsak o başka. Sanki tüm ömrünce hep yürüyordu. Yine de kalkmaya niyetlendi ancak oturduğu bankın rengini görünce vaz geçti. Çantasının rengiyle aynı bir mor vardı bankın üzerinde. "Bu bir tesadüf olamaz.” diye düşündü.

 

Başını kaldırıp, gözlerini çantasından ve banktan ayırınca bir tabela gördü. Kocaman paslı metal levhada: "Cochabamba” yazıyordu. Demek şehrin girişine (ya da çıkışına) kadar gelmişti. Baharın kendine has çiçeksi kokusunu içine çekti. Çantasından domates, maydanoz ve peynirle hazırladığı ekmeği çıkardı. Matarasını da sağ yanına alarak yemeye başladı…”

 

Evet, şimdilik bu kadarıyla Ertantes'in dünyasına giriş yapmış olalım. Hepinize bol edebiyatlı, etik ve bol estetik zamanlar diliyorum. Huzurlu vakitler ola.

 

Hayra karşı geliniz.


Yazarın Diğer Yazıları