7 Öğüdün İnsan Hayatına Etkileri

Hz. Mevlana'ya atfedilen; “7 öğüt”, bir başka adıyla “7 altın kural”, hepimize lazım olan, toplumsal dengeleri ayakta tutan hayati prensiplerdir. Her insanda az veya çok bunlardan birer kırıntı mevcuttur. Önemli olan bu özellikleri çıkarabilmektir. Tekrar hatırlayalım isterseniz bu 7 altın kuralı;

1. Cömertlik ve Yardım Etmede akarsu gibi ol
2. Şefkat ve Merhamette güneş gibi ol
3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
5. Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol
6. Hoşgörüde deniz gibi ol
7. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol
Allah, insanı, başkalarına yardım etsin, elindeki maddi ve manevi imkanları mutlaka paylaşsın diye yaratmıştır. Bu husus, içinde Allah rızası olduğu sürece ibadettir. Dolayısıyla adı geçen 7 kural başlıbaşına birer ibadet olmaktadır.
Mesela başkalarına yardım etmek, sadece parasal yardım şeklinde olmaz, olmamalı. Çünkü her insanda para ve mal olmayabilir. Pekiyi bu durumda, “benim malım yok, öyleyse yardım etmeyeceğim, etmemeliyim” mi diyeceğiz? Böyle mi anlamalıyız? Eğer bu şekilde anlarsak, eksik ve yanlış anlamış oluruz ki, toplumdaki olumsuzluklara düşmüş bulunuruz.
Bugün toplumumuzda; hırsızlık, dolandırıcılık, yankesicilik, başkalarının malına göz dikme… varsa altında; “cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol” iksirinden mahrum olduğumuzdandır.Allah, verene verir. Verdikçe artar. Bu, aynen bir ağacı budamaya benzer. Ağaç budandıkça daha gür, daha kuvvetli ve daha güçlü olur. Budanan ağacın meyvesi daha kaliteli hale gelir.
Cömertlik ve yardım etme ile ilgili kıssalar anlatmak, tarihi hikayelere yer vermek önemli değil. önemli olan biz nasıl bir cömertlik içinde olmalıyız? Yardım etmede hangi yerdeyiz? Mahallemizde, sokağımızda bulunanlara ne kadar veya ne derece yardım ediyoruz? Mahalle muhtarlarımız, yardım ederken, kendi tanıdıklarına, eşine, dostuna mı kıyak geçiyor? “bana kim daha çok oy getirires ona daha çok yardım ederim” anlayışı mı hakim?
Siz hiç akarsuyun, “ben bu adamın bahçesine akmayacağım, falanın bahçesine akacağım” dediğini duydunuz veya gördünüz mü? yolda giden, otobüste, dolmuşta, tramvayda, metroda…yardım bekleyenlere; “ne yapayım, sen de zamanında erkenden binseydin de ayakta kalmasaydın” denebilir mi? veya yanımıza gelip koltuk demirinie tutunmak zorunda kalan bir insanı görmemek için devamlı dışarıya bakar havasına girmek ne kadar doğru? Bugün o insan, oturmaya ihtiyaç duyuyorsa, yarın biz de aynı şekilde ihtiyaç duyabiliriz. Kimse, “yok kardeşim, ben asla böyle bir durumda bulunmam” diyebilir mi? veya, “ben asla ihtiyarlamayacağım” deme lüksüne sahip mi?
Gelelim bir başka altın kurala; “Şefkat ve Merhamette güneş gibi ol”.
Güneşi düşünün; her gün doğudan doğuyor ve batıdan batıyor. Bu esnada; “falan ülke inanmıyor, ona doğmayayım, falan ülke inançlı ona biraz fazla doğayım” gibi bir takıntısı var mı? Allah, güneşe bu görevi yani dünyayı aydınlatma, insanları ısıtma görevini vermiş, o da hiç aksatmadan bunu yerine getiriyor!
İnsanı başkalarına sevdiren; güler yüzü, tatlı dili, merhameti, şefkati ve insani ilişkiler içinde olmasıdır. Onun için yüce yaratanımız, “eğer sen asık suratlı, haşin tabiatlı olsaydın etrafında kimse kalmazdı” diyerek Hz. Peygamberi uyarmaktadır. Şimdi oturup düşünelim; şefkatli ve merhametli olmaktan ne kaybederiz? Herkese, güneş misali eşit olarak sevgimizi, şefkatimizi, merhametimizi göstersek zararımız mı olur? Peygamberler, Mutasavvıflar, ulu kişiler bunu uygulamış. Pekiyi onlar bunu yapmakla insanlıklarından, kişiliklerinden, şeref ve haysiyetlerinden bir şey kaybetmiş mi?
Allah'ın merhameti, insanların öz annesinin merhametinden daha çoktur. Çünkü; her gün günaha giriyor muyuz? Hayatımız boyunca günah batağında mıyız? Bu sorulara vereceğimiz cevap, “EVET”tir. Bu günahlara rağmen; tövbe edip, bir daha o günaha girmemeye, bir daha o suçu işlememeye karar verip pişmanlık duyduğumuzda, Allah, bizi hiç suç işlememiş olarak kabul ediyor. Günahımız ne kadar çok olursa olsun fark etmez. Zira kıyamete kadar tövbe kapısı açıktır. Bir insan şunu diyemez, dememelidir; “ben sarhoş, ayyaş, kumarbaz, fuhuş bataklığı içinde bir adamım. Kurtulmam mümkün değil.” Kesin olarak, azim ve kararlılıkla, bu günahlardan vazgeçtiği zaman; tertemiz olup, günahsız şekilde hayatını sürdürebilir. Kalan kuralları anlatmaya devam edeceğim.
“Mevlâna sadece büyük bir şâir, eşsiz bir mutasavvıf değildir. O aynı zamanda insan tabiatının derinlerine inmiş, insanın iç yüzünü keşfetmiştir.”
Erich Fromm
Hz. Mevlana"nın çağlar ötesinden günümüze ulaşan önemli miraslarından birisi de  yedi öğüdüdür.  Bu öğütleri bilmeyen ve duymayan yoktur. Turistik eşya satan bütün dükkanlarda, Mevlana ile ilgili eserlerde levha olarak evlerimizde yer eder. Her birisinin bizim hayatımıza yön verdiğini görürüz. Bu öğütler adeta bir reçete gibidir! Yedi öğüde, “hayat veren prensipler” olarak da bakabiliriz. Çünkü uyduğumuz zaman gerçekten hayat vermektedir. Gerek ferdi gerekse toplumsal pek çok problemin çözümüne çare olan bu yedi altın öğüt şöyledir:
Cimrilik, aşırı mal düşkünlüğü insanın kalbini ve gözünü karartır. Akarsu ise sürekli hareket halinde olduğu için pisliği alır götürür. Sen de akarsu gibi ol ki kalbindeki cimrilik ve mala tamah duyguları akıp gitsin.
Cenab-ı Allah yaratmış olduğu pek çok aciz varlık yanında insanı eşref-i mahlukat yani yarattıkları her şeyin en üstünü olarak yaratmıştır. Dolayısıyla şefkat ve merhametin öyle çok olsun, güneş gibi olsun ki kuşatmadığı hiçbir zerre kalmasın yeryüzünde. Cenab-ı Hakkın sana karşı göstermiş olduğu merhameti sen kendinden daha aciz olanlardan esirgeme ki kulluğun bilincine varasın.
Hem kötülüklerin ifşa edilip yayılmaması, hem de yapmış olduğu hatayı toplumda ifşa ettiğinden dolayı, onun ile senin aranda bir düşmanlık meydana gelmemesi için, nasıl gece her şeyi karartır ise sen de gece gibi ol başkalarının hata ve kusurlarını örtmede.
Varlığın özü sevgidir. Herkesi ve her şeyi sevesin ki kırıcı olmayasın. Sinirlendiğin zaman bir ölü gibi olasın ki kin ve nefretini içine gömesin, kırıcı olmayasın.
İnsanın saygı görebilmesi için başkalarına saygılı olması gerekir. Diğer insanları küçük görmeyesin, onlara karşı kibirlenmeyesin, onlardan ne kadar üstün olursan ol, toprak gibi olasın, üstün olan yönlerini karşındakini küçük görecek şekilde ortaya koymadan onları tevazu ile gizleyebilmeli, üstünü örtebilmelisin.
Her şeye rağmen insanları tolere edebilmelisin. Çünkü ağlattığını güldürmesen, yıktığını yapamazsan, hoşgörülü olmasan sevemezsin. Kalbinde sevgi olmadığı zaman ise ne bir kul olarak nede toplumun bir ferdi olarak mutlu olamazsın. Öyleyse hoşgörülü olmakta hiç sınır tanıma, deniz gibi ol, umman gibi ol ucu bucağı olmasın hoşgörünün.
Kendini ne olduğundan büyük, ne de küçük görme ve kimsenin seni olduğundan farklı değerlendirmesine izin verme, ne isen o ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.
Görüldüğü gibi bu yedi altın öğüt ferdi ve toplumsal ahlâkımız açısından çok önemli değerler sunmaktadır. Nitekim su, ateş ve ahlak dostluk kurmuşlar; dolaşırlarken birbirlerini merak etmeye başlamışlar.
Suya sormuşlar, "Kaybolursan seni nasıl bulacağız?"
Cevap, "Nerede bir şırıltı, çağıltı duyarsanız ben oradayım."
Ateşe, "Seni yitirirsek ne yapalım?"
Ateş, "Bir duman gördüğünüz yerde ben varım."
Sıra ahlaka gelince, yanıt şu olmuş:
"Beni kaybederseniz, bir daha kesinlikle bulamazsınız!"
Ahlâklı bireyler ve erdemli toplumların oluşumu için bir rehber olan Mevlana"nın yedi öğüdünün fert ve sosyal ilişkiler açısından önemi büyüktür. Bunlar, aynı zamanda Kur'an ifadesidir. Fert fert kendimizi bu güzelliklere adadığımız zaman gerçek insan oluruz!


Yazarın Diğer Yazıları