AK PARTİ KONGRESİ VE MECLİS KONUŞMALARINDAN SATIRBAŞLARI

Nihayet AK PARTİ kongresi sona erdi. Ama üzerinde çok konuşulacak gibi. Çünkü bu kongre, bir çeşit, Başbakanın, genel başkanlık ve Milletvekilliğinden ayrılıp, siyasete bir başka kulvarda yürümesinin işaretiydi. Bu kongre; Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına koşmasının bir işaretiydi. Ama bunu yaparken AK PARTİ’nin çekirdek kadrosu denilen; MKYK’nın iyi tespit edilip seçilmesi gerekirdi ki bu da oldu! çünkü MKYK çok önemlidir. Eğer böyle bir durum olmamış olsaydı, Anavatan partisinin durumuna düşebilirdi!  Helallik isterken bunu sezdik. 10 yıllık iktidar yürüyüşünü üç bölüme ayrımak gerekir; “2002-2007, 2007-2011 ve 2011 sonrası” bu sözler, Kadir Has Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’a ait.
2002-2007 dönemi, çalkantılar, sıkıntılar ve alışma dönemidir. Türkiye’nin her alanında problemler dağ gibi büyümüş, çok oy alıp iktidara gelseniz de size engel olacak bir yapı mevcut! Bu yapıyla mücadele etmekle geçti bu 5 yıl. Bu döneme yeni doğmuş bebeklik dönemi adını koyabiliriz.  
2007-2011 dönemi, başbakanın tabiriyle; “kalfalık dönemi” idi. İlk 5 yılda yapılamayanlar, eksik kalanların bitirilmesi, tamir edilmesi gerekenlerin tamir edilmesi ve kalan enkazın kaldırılması dönemi olarak söylenebilir. Bu dönem, Türkiye’nin bebeklikten kurtulup çocukluk dönemine, yürümeye başlaması, konuşmayı becermesi, derdini anlatabilmesi dönemidir.  İsrail Cumhurbaşkanına rest çekilmesi, IMF’ye; “dur” denilmesi ve benzeri hareketler, kendini ispat etmenin bir belgesidir!
2011 ve sonrası ise; yine Başbakanın, “ustalık dönemi” dediği bir döneme girildi. Bu genel kurulda onları görme fırsatı yakaladık. Artık Türkiye normalleşmiş, insanlarımız; terörden, darbeden, cuntadan, vesayetçi rejimden ayrılmış tam demokrasiyi yakalamış pozisyona girilmektedir!
Diyebiliriz ki Türkiye artık çocukluk dönemini atlatmış, gençlik ve yetişkinlik dönemine girmiş, kendi işini kendi gören, kendi kararlarını verebilen, düşüncesinde, fikrinde hür ve bağımsız bir ülke pozisyonundadır! Artık bu dönem; yeni anayasa yapma, terörü sıfırlama, demokrasiyi rayına oturtma, insan haklarını tam yetkiyle kullanma, ortadoğu’da yetkiyi eline alma… dönemidir.
Gelelim TBMM’nin açılışında ortaya çıkan, Başbakanla ters düşen; Cumhurbaşkanının dediği; “ mahkum milletvekillerinin Meclis’te olmaları gerekir” sözüne.
Aslına bakacak olursak, mahkum insanlar milletvekili olduktan sonra mahkum olmuş değil. mahkum oldukları halde inadına vekil seçilmişlerdir! Ortada bir yasa var. Anayasa açık. Ama buna rağmen YSK da bu seçime itiraz etmemiş, dolayısıyla ortada bir yanlış varsa- yani seçilmemeleri gerekiyorsa YSK önlem almalıydı- örnek verecek olursak; herhangi bir okula, müdür veya müdür yardımcısı atanacak olsa, hiç ceza almamış, hakkında soruşturma yapılmamış olanlar tercih edilir değil mi?  bu, diğer kurumlar için de geçerlidir. Veya bir başka örnek verelim; bir yere belediye başkanı seçilecek olsa, suç işlemiş, mahkum olmuş olanı mı seçersiniz yoksa sicili temiz olanı mı? Elbette temiz sicilli olan tercih edilir.
Durum bu kadar açık ve net olduğu halde, sen tut mahkum olanları milletvekili adayı göster ve sonunda da seçilmelerini sağla! Şimdi insana sormazlar mı? “neden bunları seçtiniz? Adam köküne kıran mı girdi? Hiç adam kalmadı mı?” diye. Bunun adına demokrasi denmez, dayatma denir, inatlaşma denir! Siyaseti sulandırma, halka hakaret etme denir! O siyasi partiye gönül vermiş olanları yaralamak denir! Seçmenini hiçe saymak adı verilir buna!
Cumhurbaşkanı ile Başbakanın bu tutumdan dolayı ters düşmeleri gayet normal. Bunun abartılacak ve “kırgınlar, küskünler” gibi lanse edilmesinin mantığını da anlamıyorum. Elbette her alanda aynı düşünmeye, atnı fikri paylaşmaya kimse mecbur da değil, mahkum da değil. Madem düşünce özgürlüğü varsa isteyen istediğini söylemekte serbesttir. Bunun büyütülecek bir tarafı da yok. Ama bazı basın kuruluşları, adeta mal bulmuş mağribi gibi hemen bu söyleme sarılıp, bir kırgınlar psikoljisi oluşturma gayretine girecektir! Girmeye de başlamıştır bile!


Yazarın Diğer Yazıları