Dilruba

Kar mı yağdı? Elleriniz mi buydu?
Ne kar yağdı, ne eller üşüdü!
İnsanlık iflas etti, fikirsizlik buydu!
Her şey donmuş;
Zihin, dimağ beyin!...
İnançlar buz tutmuş,
Samimiyeti maskeler yutmuş!
          Ruhtaki donma daha derin!
Gülmek istiyorum, suratlar donuk.
Bakmak istiyorum, bakışlar sönük!
Empati denen bir şey vardı,
“Em” yok olmuş, “pati” yanık!
“ver elini” desem, eller kurşun!
“sevgi” sözü, kenarda dursun…
Aile buz tutmuş; çocuklar üşüyor!
Baba donuyor, anne buzdağı aşıyor!
Güneş girmez olmuş hanelere;
Bireyler ruhsuz yaşıyor!
Dilruba; “Gönül kapan, gönül alan” demektir. 'Dil', Farsçada 'gönül' demektir. 'Ruba' ise 'hırsız'. İkisi birleşince; Gönül çalan, gönül kapan, gönül alan olur.
Kâmus-ı Türkî’de Dilruba; “Gönül alan, gönül kapan, herkesi kendine âşık ve meftun eden.” anlamlarına gelir. Gönül, sadece fiziki olarak kadına yönelmez. Yalnızca herkesi kendine âşık ve meftun eden dilberler değildir. Ruh alemini süsleyen, ruha şifa veren, tabir yerindeyse terapi olacak kadar psikolojik açıdan insana rahatlama sağlayan insanlar, manzaralar, yaratılmışlar vardır.
Buradan hareketle; insana hoş gelen, insanları birbirine kenetleyen, yakınlaştıran, dostluk bağlarını perçinleyen, moda tabirle barışı sağlayan, İslâm’ın aradığı bir insan modelidir.
Dilruba olmak zor değil. Yeter ki içimizdeki nefis belasını bir kenara atabilelim. “Nefsini bilen Rabbini bilir” ilkesi boşuna değil. Haddi zatında her şey insan için, her şeyi, yüce yaratan insanların istifadesine sunmuştur! Baktığımız zaman; bütün emir ve yasakların, insanın iradesine yönelik, onu kararlı kılmak, sabrını ölçmek, imtihanı kazanması için olduğunu görürüz.
“Sağ gözün sol göze faydası yok”, “kim ne yapar kendine yapar”, “kimse kimsenin günahını çekmez”, “önce can, sonra canan”, Hz. Peygamberin; “Kızım Fatıma! Aman, babam peygamber diye bana güvenme namazını ihmal etme..” ifadeleri ve anlayışları, Dilrubada önce kendimizi çekidüzene sokmak, sonra etrafımıza yararlı olmayı anlatır.      
Edebiyat dünyasında, tasavvuf aleminde, yaşadığımız atmosfer içinde o kadar “DİLRUBA”lar var ki! Yeter ki biz bunları tespit edip, ortaya çıkarabilelim.
Mesela Tasavvuf alemindeki “DİLRUBA”lardan söz edecek olursak, Hz. Mevlana’yı, Şems-i Tebrizi’yi, İbn-i Arabi’yi, Sadreddin Konevi’yi ve bu değerlerin ışık aldığı sevgili peygamberimiz ve diğer peygamberleri hatırlamamak, onların nurlarından yararlanmamak, bir çeşit iksir olan güzel halleriyle gönlümüzü süslememek mümkün değildir.
Dilruba’da; empati, tatlı dil, sevgiye götüren yollar, nefreti, öfkeyi, kini, düşmanlığı, kavgayı, savaşı, yumrukları sıkmayı… bir kenara bırakmak, dünyayı cennet yapmak var…
Madem dilruba, gönül okşayan, gönle hitabeden bir yaklaşım, o zaman korkulardan, tehditlerden, tehlikelerden, cehennemden de söz etmek gerekecektir.
DİLRUBA kavramında şu hususlara dikkat etmek gerektir diye düşünüyorum; hep birlikte temiz toplumu oluşturmak, her şeyi başkalarından beklememek, kötümserlikten, olumsuzluklardan, başkalarına kara çalmak, leke sürmekten uzak durmak…


Yazarın Diğer Yazıları