GAZETECİLİK AŞKI

Küçüklüğünden beri okumak, iletişimci olmak istiyordu. Bütün hayali gazeteci olmaktı. Arkadaşlarıyla oyun oynarken tüm oyun kurgularını gazetecilik üzerine yapardı.

Ortaokul ve liseyi başarıyla bitirdi. Üniversite imtihanlarına girdi. Çocukluğundan beri arzu ettiği İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü kazandı. Fakültenin Televizyon ve radyosu da vardı. Öğrenciler, hem okuyor, hem de uygulama yapıyordu. Küçük kız, gündüz okula gidiyor, akşamları fakültenin televizyonunda haber hazırlama, sunuculuk ve programlar yapmaya başladı. İlerleyen zamanda ulusal bir gazetenin bölge müdürlüğünde muhabir olarak çalışmaya başladı. Şehir içi ve şehir dışına haberlere gidiyordu. Aynı zamanda da para kazanıyor, evlerine katkı sağlıyordu. Her girdiği işte seviliyordu. İşini zamanında ve dürüst yapanlar sevilirdi. Çok yoruluyordu. Fakat buna rağmen işini çok seviyordu.

Üniversitedeyken kafasına koymuştu akademisyen olup okulda kalmayı. Bu yüzden gece gündüz çalışıyor, kurslara gidiyor, puanını yüksek tutmaya gayret ediyordu. Asıl olan İngilizce idi.

İdealinde araştırma görevlisi olmak vardı. Fakat bir türlü yeterli puanı alamıyordu. Aslında bu kadar çalışmaya, bu kadar gayrete karşılık en yüksek puanı alması gerekirdi. Bir türlü olmuyordu. Kendi kendine;

"Ben geri zekalı mıyım? Neden bir türlü iyi puan almıyorum? İyi puan alanlar benden daha mı zeki? Bu kadar kursa gidiyorum, bu kadar çaba sarf ediyorum…” ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Mezun olduğu üniversitede bütün hocalar onu tanıyordu. Dışarıdaki öğrenciler kazanıyor, bu kazanamıyordu. Bunda bir bit yeniği olmasındı. Hocaları;

"Sen bu imtihanlara gir, mutlaka kazanacaksın” demelerine rağmen kazanamaması onu kahrediyordu. Çıra dibine karanlık dedikleri bu olmasındı. Keller, yağırlar, birbirini ağırlar denilen şey gerçekten bu muydu yoksa? Her gün namazlarının arkasında;

"Rabbim, bana her şeyin hayırlısını ver. Eğer araştırma görevlisi hayırlı olacaksa onu nasip et. Değilse başarılı olmayayım. Ya Rabbi! Sen kalbimi biliyorsun, içimden geçenlerden haberdarsın. Niyetim halis. Eğer imtihana girenlerde bir suiistimal varsa, haksız yere bu puanları alıyorsa bana akıbetlerini göster Rabbim!” diyor, hem ağlıyor, hem de niyaz ediyordu.

İyice umudunu kesti kendi mezun olduğu üniversiteden imtihanı kazanacağına. Çaresiz beklemeye koyuldu. Umut denilen şey, insanın içinde yaşayan bir kuş derler. Çaresizlikle hayat devam etmezdi, etmemeliydi. Herkes böyle çaresiz olsa, ömür geçer miydi? İşten çıktı;

"Bir gazete alayım, ilanlara göz gezdireyim, belki üniversitelerin birinde araştırma görevlisi alım ilanı olabilir” diyerek gazete bayiine uğradı. Gazetesini aldı, tramvaya bindi.

"Eve gidinceye kadar hem gazeteyi okurum, hem de ilanlara bakarım” diye düşündü. Sayfalarını dikkatlice çeviriyordu. Yoktu, aradığı ilanı bulamadı. Bir daha baktı. Tekrar baktı. Sinirle ve üzüntüyle gazeteyi katlayıp çantasına koydu. Dışarıyı seyretmeye koyuldu. Ağaçlar, evler, elektrik direkleri hızla geçiyordu.

"Hayat da böyle, hızla geçiyor” dedi. Eve geldi. Annesi;

"Kızım hayırdır suratından düşen bin parça. İş yerinde bir şey mi oldu? Canını mı sıktılar? İstemiyorsan gitme. Eğer yoruluyorum, hakkından gelemiyorum diyorsan, sana baskı yapan yok…” diyerek kızını teselli etmeye çalıştı.

"Yok anne, hiçbir şey yok. Ne işyerinde canımı sıkan, ne de yorulmam söz konusu. Sadece kendime, talihsizliğime, bir türlü araştırma görevliliği için kendi okulumda sınavı kazanamama hayıflanıyorum. Herkes nasıl kazanıyor? Ben de çalışıyor, çabalıyorum. Ben de bu okulda başarılıydım. Başarılı olmak işi bitirmiyor. Hocaların seni tanıması da yetmiyor. Gizli bir el, bir yerlerden sinyal alıp, geliyor, sınavı da kazandırıyor, başarılı da oluyorsun…”

Anne;

"Kızım, dur bakalım Mevla görelim neyler. Hak yiyenler mutlaka günün birinde hak ile yeksan olur. Doğru olan, sarsılır ama yıkılmaz.” Dedi.

Küçük kız, annesinin bu öğütlerine kulak kabarttı.

"Ne güzel söz; "Mevla görelim neyler”, "Hak yiyenler günün birinde hak ile yeksan olur”…diye tekrar etti.

Ertesi gün tekrar gazete almak istedi. İşe giderken bayie uğradı. Yine sayfalarını dikkalice açmaya, ilanlara bakmaya başladı.

"Aaa, o da ne bir ilan! Hem de aradığı gibi, akademisyen alım ilanı. Acaba yanlış mı görüyorum? Bir daha bakayım. Yok yok doğruydu. Evet araştırma görevliliği ilanıydı. Şartlarına baktı. Hepsi tutuyordu. Ama bulunduğu şehirde değildi. Olsundu. Bulunduğu şehirde almamışlardı. Hemen eve, annesine telefon açtı;

"Anneciğim müjdemi isterim” dedi. Annesi;

"Hayırdır kızım, işte terfi mi ettin? Yoksa çok istediğin araştırma görevliliği ilanı mı gördün?” dedi. Evet anne, araştırma görevliliği ilanı var. Ama bulunduğumuz şehirde değil.” Diyerek, sevşncini annesiyle paylaştı. Öyle ya, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, dertler paylaşıldıkça azalırdı.

İşyerine varıncaya kadar ilana ve şartlarına tekrar tekrar baktı. Sevincine diyecek yoktu. İşyerindeki arkadaşları;

"Hayrola küçük kız, sevincinden yüzünde güller açıyor, hep gülüyorsun. Seni bu kadar mutlu görmemiştik. Ne oldu cennet falan mı müjdelendi?” diye sordular.

"Evet bugün benim cennetimin müjdelendiği gündür. Her halde cennet müjdesi de böyle bir şeydir. Araştırma görevliliği ilanı var. Artık çok istediğim işime kavuşacağım inşallah” dedi.

İşyerindekiler;

"Haydi hayırlısı. Rabbim utandırmasın.” Diye dua ettiler.

İmtihana iki aydan çok az bir zaman vardı. Evrakları tamamlamak için ertesi güne izin aldı. Genel müdür;

"Kızım, ben okuyanı severim. Hele akademisyen olmak isteyeni daha çok severim. Bu, benim içimde de bir ukde kaldı. Ben de zamanında senin gibi, bir üniversitede asistan olmak istiyordum. O zaman üniversiteler terör yuvasıydı. Üniversite okumak aslanın bırak ağzını, midesindeydi. Yani o kadar zordu. Zira kimi sağcı, kimi solcu, kimi şeiratçı… diye kliklere ayrılmıştı. Sokaklar, caddeler kan gölüydü. Her cadde paylaşılmıştı. Solcuların bulunduğu caddeye sağcılar, sağcıların bulunduğu caddeye solcular giremezdi. Kazara girerlerse, artık orada kıyamet kopardı. Allah'a şükür sizin zamanınız öyle değil. Şimdi okumak rahat. Devletimiz, gerekli tedbiri alıyor. Allah yardımcın olsun, inşallah imtihanı kazanır Araştırma görevlisi olursun.” Diyerek küçük kıza dua etti ve başarı diledi.

Ertesi gün, imtihan olacakları fakülteye gitti. Hepsi heyecanlıydı. Hepsinin yüzünde tedirginlik vardı. Öyle ya, ne de olsa imtihan. Her insan heyecanlanır, herkes imtihan sözünden tedirgin olurdu.

İmtihan saati gelmişti. Sırayla adayları salona almaya başladılar. Önce yazılı sınav yapılacaktı. Yazılı sınavı kazananlar mülakata alınacaktı. Sınav iki buçuk saat sürdü. Sınav sonunda küçük kız sevinçle çıktı. Arkadaşları;

"Ne oldu, nasıl gitti?” Diye sordular.

"Eğer bir aksilik olmazsa, 90 veya 100 alırım” dedi. Yazılı sonuçları açıklanınca, Küçük kız dediği gibi 100 almıştı. Artık mülakata hak kazanmıştı. Ne olursa mülakatta olabilirdi. Çünkü onun belgesi yoktu. Yazılı gibi bir evrak söz konusu değildi. Eğer komisyondakiler, objektif değerlendirme yapmazlar, adam kayırırlarsa kaybetmesi olasıydı.

Ertesi gün gireceği mülakata hazırlık için öğretmen evine geçti. Aslında, adı üstünde mülakat. Mülakata çalışmaya gerek yoktu. Zira bu sınavda genel kültür, sosyal yaşantı, ideoloji de devreye giriyordu. Her zaman böyle oluyordu. "Bilen geçsin”, "liyakata göre yapılsın” anlayışı yok olmuştu.

İmtihan salonunun önündeydi. Adı okununca salona girdi. Komisyondaki hocalar;

"Yazılı kağıdını inceledik. Senden başka 100 alan yok. Tebrik ederiz. Özgeçmişini inceledik. İletişimle ilgili epey yol kat etmişsin. Neden akademik hayatı istiyorsun?”

Diye sordular.

"Akademik hayat benim idealim. Aslında babamın da idealiydi ama ona nasip olmadı. Ben, bu konuyu ilkokuldan beri arzuluyordum. Öğretmenim sordukça hep iletişimci, gazeteci olmak istediğimi söylerdim” dedi.

Bir diğer komisyon üyesi;

"Pekiyi doktora çalışması için başka bir şehre gönderirlerse gider misin?” diye sordu.

Küçük kız;

"Hocam, eğer bu mesleğe kendimi adamışsam, her şeye göğüs germeye, her zorluğun hakkından gelmeye hazırım.” Dedi.

Bu cevap, komisyon üyelerinin hoşuna gitmişti;

"Çıkabilirsin, sınavın bitti, sonuç adresine gönderilecek” dediler.

Sınavı kazanmıştı.

Küçük kız, İletişim Fakültesine doğru yöneldi. Okuldan içeri girip doğruca dekanın odasına yöneldi. Dekan;

"Hoş geldiniz, nasılsınız? Hayırlı olsun. Umarım okulu seversiniz” dedi. Gerekli evrakı dekana uzattı. Dekan, zile basarak evrakları ilgili memura verdi. Küçük kız, resmen göreve başlamış oldu. Kendisi için ayrılan araştırma görevlileri odasına çıktı. Kendisinden başka iki tane daha araştırma görevlisi vardı odada. Birbirleriyle tanıştılar, hayırlı çalışmalar dilediler. Dekanlıktan, ders programını ilettiler.

İlk ders öğrencilerle tanışmayla geçti. İkinci derste, nasıl bir yöntem izleyeceğini, neler anlatacağını, iletişimin önemini, haberleşmenin değerini… anlatacaktı. Heyecan zirvedeydi. Ders anlatırken elleri titriyordu. (Devam edecek)

(01 TEMMUZ 2022)

 


Yazarın Diğer Yazıları