Konferanstan Yansıyanlar

5.Konya Kitap Günleri kapsamında 30 Mart 2017 Perşembe günü saat, 16.00’da Mevlana Kültür Merkezi Bahattin Veled Salonunda; “Mankurtlaşmak” isimli konferansımı hayırlısıyla ikmal etmeyi Rabbim lütfetti. Zaman zaman yapılan anonslar, el ilanlarıyla duyurmalar nihayete erdi.

Lütfedip gelen, bizi seven dostlara sonsuz teşekkür ederim.

 

TDK'ya göre mankurt: “Ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan” demektir.

Eski çağlarda Çinliler tarafından uygulanan bir akılsızlaştırma operasyonun adıdır.

Anadolu'da “Mankafa” olarak kullanılır.

"Mankurtlaştırılmak; Özünden uzaklaşmak, Yabancı kültürlere yakınlaşmak. Beyin yıkayarak, öz benliğinden uzaklaştırılmak.

Tarihte çok çeşitli mankurtlaştırma yöntemlerinin kullanıldığını görürüz. Türk dünyasının en büyük yazarlarından biri olan ve eserleri yüzlerce dile çevrilip milyonlarca kişi tarafından okunduğu hâlde hâlâ Nobel ödülü alamayan bir Kırgızistan Türkü‘nün, yani Cengiz Aytmatov‘un 1980 yılında yazmış olduğu “Gün Uzar Yüzyıl Olur” (Gün Olur Asra Bedel) adlı romanında yer verdiği bir Kırgız efsanesinde “mankurt” “mankurtlaştırmak” deyimi geçer.

Aytmatov, romanında geçmiş dönemdeki olaylara değil; günümüzdeki olaylara da ışık tutmak istemiştir.

Acımasız topluluk ve insanlar, çevrelerindeki büyük küçük topluluklara, fırsat buldukları zaman saldırırlar, onların yerleşim yerlerini yakıp yıkarlar, insanları öldürdükten sonra çevrede ne varsa yağmalarlar ve bazı kişileri de esir ederler.

Bazı işlemler sonucu öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren düşmanının kuklası haline gelmiş bir zavallı insan tipidir Mankurt. Toplum içinde mankurtlaşan, azımsanmayacak kadar çok insanımsı var.

Mankurtlaşma tarihte bir kez olmuş bitmiş bir hadise değildir. Mankurtlaşma, her toplumda devam etmektedir. Muhtemelen de kıyamete kadar sürecektir.

Bu, insanlığın hikayesidir. Tıpkı Kabil’in, böyle bir “kötü insan” hikayesi olduğu gibi…

Mankurtlaşanlar; düşünmeyen, görmeyen, işitmeyen, hissetmeyen, akıl etmeyen, aklını efendilerine emanet etmiş, körü körüne taklit eden insanlardır.

Necip Fazıl merhum, Sakarya Türküsünde; “Yokuşlarda Susamak” tabirini kullanır.

Evet, Türkiye’yi durmadan yokuşlarda susatmak, sıkıntı üstüne sıkıntı verdirmek, attığı taşın ileri gitmemesi için her türlü oyunu oynamak, akla hayale gelmeyen ayak oyunları içinde olmak, yalanı, hileyi, iftirayı, masum insanları karalamayı marifet saymak… gibi daha sayamayacağım bir çok numaralarla kündeye getirmek, pes ettirmek istiyorlar!

 

Ne Zaman Uyanacaksın?

 

Noellerle, içkilerle, kadınlarla kandırdılar! Kardeşlik bağımızı zehire bandırdılar, Cennet, cennet dedikçe ateşe kandırdılar! Ne zaman uyanacaksın ey milleti merhume? Şeytanı, melek diye sundular, Müslümanı yalanlarla vurdular! Barış diye parsalara kondular! Ne zaman uyanacaksın ey milleti merhume?

 

Gidiyoruz Gündüz Gece

 

Karanlık tünellerde barındık, Dar yollardan geçtik! Gün oldu kahır, Gün oldu ağılar içtik! Kader çizgisinde bu yolu seçtik. Ölü idik, dirildik! Dünya arsasına serildik. Uzun ince bir yolda Gidiyoruz gündüz gece!

 

Haçlılar, durmuyor! Misyonerler, Siyonistler… bizim özümüzü çürütmek, İslami hassasiyetlerimizi yok etmek, bizi Kur’an’dan uzaklaştırmak için her türlü hileye başvuruyor! Onların hilelerini biliyoruz! Biliyoruz da ne gibi tedbir alıyoruz? Neler yapıyoruz? Nasıl bir yol izliyoruz? Kur’an; “Müslümanlar ancak kardeştir, Müslümanların arasını düzeltin”, “Bir fasık haber getirdiği zaman araştırın”, “Gıybet etmeyin, iftira atmayın, birbirinizin ayağını kaydırmayın….” Diyor. Biz ne yapıyoruz? Düşmanın hilelerini bildiğimiz, şeytanın aldatmasından haberdar olduğumuz halde onun kucağına oturuyor, ocağına odun taşıyoruz!


Yazarın Diğer Yazıları