‘La’dan, ‘İlla’ya

Hayatı; "Lâ” ve "İllâ” olarak iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Her peygamberin görevi; "Lâ”dan "İllâ”ya yükselişe doğru gidiştir. Tüm peygamberler, bunun en etkin ve en kahramanca örneğini vermiştir. Lâ'dan, illâ'ya bir çeşit hicrettir. Kur'anda, "fi sebilillah” ifadeleri vardır. Anlamı; Allah yolunda demektir. Allah yolu, dünya kurulduğu andan itibaren kıyamete kadar süreceğine göre, kıyamete kadar hicret devam edecek demektir. Her insan, Allah yolunda olmaya ve kalmaya devam etmek zorundadır. Hiçbir insan, Allah'ın ilahi kurallarının dışında değildir ve olamaz da. Tabir yerindeyse, Allah'ın ilahi kanunları bizi çepeçevre kuşatmıştır. Ya bu dünyada onlara uygun davranır, hayatımızı düzene sokarız, ya da sonuç felaket olur! Kimse; "ben Allah'ın kuralını tanımıyorum, Allah'ı kabul etmiyorum” deme lüksüne sahip değildir. Kur'anı Kerimdeki; "Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok uygun yer ve imkan bulacaktır. Kim, Allah ve resulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da, sonra ölüm onu yolda yakalarsa, artık onun mükafatını vermek Allah'a aittir. Allah, daima günahları örtmektedir, engin rahmet sahibidir.” (Nisa/100) ayet, hicretin Müslümanlar için vazgeçilmez bir husus olduğunu belirtir. Lâ dan İllâ'ya doğru yol almak; terakkidir, ilerlemedir. Resulullah'ın; "İki günü birbirine denk olan zarardadır” ilkesine uygun davranmaktır. Ancak konuyu derinlemesine incelediğimiz zaman şöyle bir sonuç çıkar karşımıza; hicretin tanımında; "Allah'ın yasakladığı kötülük ve günahları terk etmek, kötü şeylerden uzak durmak” deniyor. Demek ki, öncelikle kendi nefsimizle mücadele etmek, kötülüklerden arınmak için, şeytani vesveselere girmemek adına kendi kendimizle bir hesaplaşmaya girmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yani önce kendi nefsimizdeki "Lâ”lara dur demek, içimizdeki Allah'a karşı olan, Allah'ı nazarı itibara almayan duygu ve düşüncelere; "İllâ” diyebilmek gerekir. Zaten en iyi ve en büyük cihad da bu değil mi? Hz. İbrahim bunun mücadelesini vermiş, Peygamberimiz öyle yapmış; "şimdi küçük savaştan, büyük savaşa gidiyoruz” diyerek, nefisle savaşmaya işaret etmiştir. Nefisle savaş da kıyamete kadar sürecektir. Dağdaki velilikten, şehirdeki velilik daha üstündür. Hicrete kendimizi adadığımız, "Lâ”dan "İllâ”ya ulaştığımız zaman, gerçek anlamıyla Kur'anı anlayan, Peygamberimizi seven ve O'nun gibi yaşayan insanlar seviyesine yükselen değerli bir insan yapısına sahip olmuş olacağız! Şöyle de diyebiliriz; Kur'anı anladığımız, hayatımıza uyguladığımız, yürüyen Kur'an, canlı Kur'an olduğumuz zaman, hicreti de anlamış oluruz. İşte o zaman; "temiz toplum, huzurlu insanlar, barışçı bir dünya, el ele veren bir evren”e sahip olmanın mutluluğunu yaşarız! Peygamberlerin yaptıkları- peygamberlik görevi dışında her insanın yapacağı şeyler değil mi? Onlar da, etten, kemikten yaratılmış bir kul, bir insan değil miydi? Onların da abese suresinde geçen hataları olmadı mı? Bunlar bize bir şeyler anlatmalıdır. Hz. İbrahim ve diğer Peygamberlerin hayatını yalnızca hikaye okur gibi değil, ders almak için, en azından nefis mücadelemizi onlar gibi yapmamız gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Hayatımızda, hicret kadar, fethin de yeri var. Bu da, "la” dan "illa” ya doğru bir çalışmadır. Nasıl ki hicret, kötüden, iyiye, çirkinden güzele göç etmekse, fetih de; kötülükleri, iyiliklere dönüştürmek için yapılan bir açılıştır. Yani yeniliğe, güzelliğe, sevaba kapı aralamaktır. Hayat; hicret ve fetihle anlam kazanır. Şöyle de diyebiliriz: Hayatımızdan mücadeleyi çıkaramayız. Mücadelesi olmayan hayat değildir.

Yazarın Diğer Yazıları