Maske

Dost meclislerinde, arkadaş toplantılarında, aileler arasında; çok konuşuruz, çok laf üretiriz, ama bir türlü bunları eyleme, icraata dökmeyiz. 
Hele bir konuşmaya başlayalım, sanki karşıdan bakan bizi bir şey zanneder! Bu, dini bir konu olursa işin şekli daha da değişir. O zaman; bir din görevlisi, bir din uzmanı, bir müftü konumuna yükseltiriz kendimizi! Eğer uygulamalarımız konuşmalarımız gibi olursa o vakit muazzam bir insan olmuş oluruz. Ama iş öyle değil! Daima maske takıyor, tavırlarımızı maskeliyoruz! Bunun için kaybediyoruz, bunun için zarardayız!
Neden böyle oluyor? Niçin kendimizi teste tabi tutmuyoruz? Niçin samimiyetten uzak kalıyoruz? Samimi olmak o kadar zor mu? Samimi olmamak bir kader mi? “bugün Allah için ne yaptık?” sorusunu sormak zorundayız. Hani bir esnaf, bir ticaret erbabı; akşam olunca kasa kontrolü yapar; “kârda mıyım?  Zararda mı?” diyerek hesap yapar, zira bir zarar durumu söz konusuysa, ertesi gün bunu telafi etmenin yollarını arar. Bu, bir ticarethane için böyle oluyor da, kendi varlığımız ve bize emanet olarak verilen vücut emaneti için niçin olmasın? Geçici dünya hayatında durmadan hesap yapıyoruz da, ebedi, kalıcı olan Âhiret hayatı için neden hesap yapmayalım? 
İçki, sigara sağlığa zarar deniyor. Bu, ilmen de ispat edilmiştir. Peki ne akla kulluk ederek bunları içiyoruz? İçince elimize ne geçiyor, hastalık, paramızın boşa gitmesi, ailelerimizin dağılması, madden ve manen çöküşten başka? 
Mesele sadece içki ve sigarayla sınırlı değil; özellikle aklımızı, düşüncelerimizi, beynimizi bizi ilgilendirmeyen, bize ve topluma yararlı olmayan şeylerle meşgul ediyor, daha doğrusu yoruyoruz! Bunun adına İslâmî literatürde, “mâ lâ ya’ni” deniyor.  İnsanın insanlığı, olgunluğu; lüzumsuz şeylerle meşgul olmamasından belli olur. Mevlana öyle diyor ya; “her söze itibar etmem, bir söze bakarım söz mü diye, bir de adama bakarım adam mı diye” derken bize bazı ipuçları veriyor adamlık konusunda.   
Beş şey gelmeden, beş şeyin kıymetini bilmek zorundayız; yaşlılık gelmeden, gençliğin; meşguliyet gelmeden, boş vaktin; ölüm gelmeden, hayatın; fakirlik gelmeden, zenginliğin; hastalık gelmeden, sağlığın. 
Hayat; hızla giden bir trene benzer. Tren bazen çeşitli kaza riskiyle karşılaşır; eğer trende kuvvetli bir fren tertibatı yoksa yandığımızın resmidir! Uçuruma düşmek, hayatımızın kararması olasıdır. Bize fren görevi gören kuvvet, iman ve inançtır.  İmandan, inançtan mahrum olanların hayatının değeri yoktur! Onlar için hayat; yemek, içmek, eğlenmek, gezmek, dünyadan kâm almaktan ibarettir! Onlara göre ölümün de bir anlamı yoktur! Böyle olanlara Tahirü’l Mevlevi şöyle diyor;
“Eli boş gidilmez gidilen yere,
Rabbim boş gelmedim suç getirdim.
Dünyalar çekemezken bu ağır yükü,
İki büklüm sırtımda pek güç getirdim.”
İnsana; iman, ibadet ve ahlak üçlüsü şahsiyet verir. Şahsiyet sahibi insanda bunların üçünün de bir arada bulunması kaçınılmazdır. Sosyal olaylar; şahsiyet sahibi olanlarda bir anlam kazanır, her insanın bir değeri vardır. Şahsiyetli insanların elinde dünya cennet olur, barışa kavuşur. 
Her zaman, her durumda kendimizi teste tabi tutmak, hayat hesabımızı iyi yapmak mecburiyetindeyiz.               
Birliği, beraberliği elde etmedikçe kutulmamız mümkün değil. Çok tuhaf halimiz var! “İslâm”dan dem vururuz, ama uygulamaya geldi mi yan çizeriz! “Kur’an”dan söz ederiz, içindekileri hayatımıza tatbik etmeye yanaşmayız! Kıldığımız namaz, okuduğumuz Kur’an, tuttuğumuz oruç, gittiğimiz hac, yaptığımız ameli salihlerimiz… bizden şikayetçi olacak! Sanıyoruz ki, Kur’an’ın anlattıkları ve uyarıları bize değil! Aklımızı başımıza almadıkça, şuurlanmadıkça Allah yardım etmez! 
Samimiyet Öldü mü?
Sen nesin? Kimsin? Nerelisin?
Halin nedir? Aç mısın? Tok mu?
Selam veren yok, hiç empati yok mu?
Gel, baş başa verelim, konuşalım,
Dertlerimizi dökelim, paylaşalım…
Bak gözlerime, neler söylüyor;
“Bende çok mesaj var, dinle” diyor!
Çekinme, ben de bir Allah kuluyum,
Rengime bakma, kılığım seni korkutmasın,
Dilimi anlamazsın ama, duygularımız susmasın.
Aynı dili konuşanlar hep çatışır, 
Fakat aynı duyguları paylaşanlar anlaşır!
Hep kaybettik; kabukla uğraşmaktan,
Sahteye takıldık, sesimiz kısıldı konuşmaktan! 
Gördüğümüz insanlara, şirinlikler yaptık,
Olduğumuz gibi görünmedik, gösterişe taptık!
“Ne var, ne yok” diyene; “Allah’a duacıyım” dedik,
Hiç samimi olmadık, hep yalan söyledik!
Ağladık, inledik, üzüldük… duyan çıkmadı,
“Beni anlayın” sözüne uyan çıkmadı!
“Paran var mı?” zengin misin?” “makamın ne?”…
Hep kabuk, hep madde, hep yaldız…!
Gönüller kırgın, kalpler küskün, ruh yalnız!

Yazarın Diğer Yazıları