RABBİMİZİN İZNİ OLMADAN ASLA!

Teslimiyetten bahsederiz, Allah'a kul, Habibine ümmet olmaktan söz ederiz hep. Söz ederiz de teslimiyeti Rabbimize tam olarak yapıp yapmadığımızı sorgulamayız. Her gün beş vakit namazımızın her rek'atında; "Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ifadelerini okuruz. Daha doğrusu, her gün bu akdimizi, bu ahdimizi yeniler, sözümüzün arkasında durduğumuza dair söz veririz. Namaz biter bu söz verme de biter, artık her şey eskisi gibi bozuk düzen devam eder. Yine eskiden olduğu gibi; malı olan yardımı malından, parası olan parasından, makamı olan makamından, gücü olan gücünden almaya, o, fanilerin istimdadına sığınır.

Böylesine bir sığınmanın şirk olduğunu Rabbimiz muhtelif yerlerde hatırlatır. Her şirk, küfürdür. Nereden gelirse gelsin, kim ne yapmaya çalışırsa çalışsın, Rabbimiz izin vermedikçe, O'nun isteği olmadıkça yaprak bile düşmez. Hz. Peygamber döneminden Erbed ibni Rebîa ve Âmir ibni Tufeyl ile ilgili bir olayı hatırlamamız lazım; Bu ikisi Resulullaha problem çıkarmak, başına dert olmak, suikast etmek için anlaşırlar. Peygamberimizin mescidine gelirler. Sahabi ile sohbet ederlerken yanlarına girerler. Daha önceden Âmir, arkadaşı Erbed'e;

-"Ben Muhammed ile konuşurken, yani onu lafa tutmuşken sen yavaşça Muhammed'in arkasına dolaş, kılıçla vur” diye tembih eder. Erbed kılıcını sıyırmış, fakat bir türlü vuramamıştı. Âmir;

-"ne duruyorsun, haydi…” der gibi göz kaş işaretiyle işini bitirmesini söyler. Fakat bir türlü düşündükleri suikast gerçekleşemez! Bu ve buna benzer sayısız örnek sayılabilir.

Her zaman, her devirde böyle suikast girişimleri söz konusu olmuş ve Rabbim izin vermedikçe gerçekleşememiştir. İşte bu, bir teslimiyettir. Teslimiyetin zirvesini Hz. Hacer ve Hz, İsmail'de görüyoruz. Allah izin vermeseydi, ne ıssız, kervan geçmez kuş uçmaz Mekke ve havalisine Hz. Hacer'i, bırakıp gitmezdi Hz. İbrahim. Eğer Yaratıcımız izin verseydi, Hz. İsmail kurban olarak bıçak altında hayatını verirdi. Bütün olaylara kavi bir imanla bakmak, hadiselerin arka yüzünü ve derinliğini idrak etmek yani olayları iyi okumak gerekir.

"La”dan, "İlla”ya anlayışını bu çerçevede düşünmek ve böyle anlamak lazım. "La”; bütün Tagut zihniyetler, Firavunca tavırlar, Nemrut anlayışlardır. Hangi devirde olursa olsun bu tür çarpık zihniyetler olmuştur, olacaktır. Önemli olan Allah'a sağlam bir imanla kul olabilmektedir. Bunun yolu da İbadetten geçer.

İbadet, dünyaya değer katan ilkeler cümlesinde mütalaa edilir. Ameli salih, ibadetin en güzeli, en şaşmazı, en mükemmelidir. Namaz bunu anlatır, oruçta bu anlayış mevcut, zekat, hac tamamen ameli salihe yönelik davranışlar bütünüdür.

 

İnliyorum!

Aslımdan uzak, kıldılar beni,

Ney misali hep, inliyorum ben,

Gurbet ellere, saldılar beni;

Ney misali hep, inliyorum ben!

 

Aşkın ateşi, beni yandıran,

Ayrılıklara, nefsi kandıran,

Hasret zehrine, canı bandıran,

Ney misali hep, inliyorum ben!

 

Gurbet ıstırap, gurbet bir aşı,

Gurbet sıkıntı, gurbet gözyaşı,

Vuslata giden, atlama taşı;

Ney misali hep, inliyorum ben!

 

Her "la” bir gurbet, hala bir gurbet,

Nefisle cihat, âlâ bir gurbet,

Candan ayrılık, anla bir gurbet,

Ney misali hep, inliyorum ben!


Yazarın Diğer Yazıları