SULTANÜ’Ş-ŞUARA NECİP FAZIL KISAKÜREK

Merhum üstadı, öğrencilik yıllarında tanıdım. Konya'ya konferansa gelirdi. Konferanslarında izdiham yaşanırdı. O dönemde kapalı alanlarda sigara içme yasağı olmadığı için salonda sigara dumanından insanlar birbirini göremez olurlardı.

Merhum üstadımız da çok sigara içenler arasındaydı. Salonda olduğu sürece kimseden ses çıkmazdı. Zira gürültü olduğu zaman çok sinirlenirdi. Konuşması çok edebi ve ağır cümlelerden oluşurdu. Belki de biz öğrenci olduğumuz ve edebiyatla pek ilgilenmediğimiz için bize ağır geliyordu. Her ne kadar yaşımız küçük de olsa üstadın fikirleri, kurduğu cümleler, söylediği şiirler… beynimize kazınmıştı.

Üstadımızın ölümü üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen şiirlerindeki mana, mısralardaki o tatlılık ve fikir cümleleri bugün söylenmiş gibi ter ü taze durmaktadır. Şöyle derdi:

-"Bana bir kelime verin, ben ondan birçok kelime üreteyim” Kelimelerle meydana getirdiği sanat, benim diyen her şairin yapacağı şey değildir. Onun için: "Sultanu'ş Şuara" denmiştir.

Hayatına baktığımız zaman, "Edebiyatın üstadı” ismine layık çalışmalar yaptığını görüyoruz. Çektiği çileler hep; fikir ve düşünceden olmuştur. Fikri yüzünden, daha doğrusu o dönemin arzuları istikametinde söylemediği, yazmadığı, konuşmadığı için, onların ocaklarına odun taşımadığı için zindanlar arkadaşı olmuştur.

İlk şiirleri, Ziya Gökalp'in kurduğu, Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı; Yeni Mecmua Dergisinde yayımlandı.

  1. şiir kitabı; "Örümcek ağı” 1925 yılında okuyucuyla buluştu.

Büyük Doğu dergisinin ilk sayısı 17 Eylül 1943'te yayımlandı. Ancak Bakanlar Kurulu kararıyla 1944 yılında kapatıldı. Fakat 1945 yılında yeniden yayınlanmaya başladı. 1946 tarihinde tekrar kapatıldı dergi. Ama üstad yılmadı ve 1947 yılında dergiyi yeniden okuyucuyla buluşturdu. Kısa süre sonra mahkeme kararıyla bir kez daha kapatıldı ve üstad tutuklandı.

1950 yılına gelindiğinde eşi Neslihan Kısakürek ile birlikte hapse girdi. Aynı yıl yapılan genel seçimlerden sonra seçimi kazanan Demokrat Parti'nin çıkardığı Af kanunu ile serbest bırakıldı.

 

Durmadı üstad, yoluna devam etmek, fikrini yaymak ve insanlara bir şeyler vermek istiyordu. Bunun için Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladı.

1976'dan 1980 yılına kadar 13 sayı "Rapor”, 1978 yılında da "Son Devre Büyük Doğu” dergisini çıkardı.

1977'de "Bir Adam Yaratmak” isimli eseri, Yücel Çakmaklı tarafından televizyona uyarlandı.

1980 yılında Türk Edebiyat Vakfı tarafından; "Sultanü'ş-Şuara” (Şairler Sultanı) ve 1982 yılında yılın fikir ve sanat adamı seçildi.

Yıl 1983 olunca Erenköy'deki evinde 25 Mayıs'ta vefat etti.

 

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, göz yaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

Yazarın Diğer Yazıları