UÇURUM

Adını duyduğumda aklıma şu fikirler geldi; hüzün, acı, yoksulluk, hayal kırıklığı, vefasızlık, karmaşa, korku…. Yani insana dair ne varsa ve insana cehennemi yaşatan bütün olumsuzluklar uçurumdur.

Elbette kitap isimleri insana çok şey çağrıştırır. Asıl olan, yazarın hissettikleri. Yazarın kastettiği; hüzün yanında neşe, acı yanında tatlı, yoksulluk yanında zenginlik, gerçeğin yanında gerçek dışılık, emeğin yanında emeksizlik…

Gerçekten bunları "UÇURUM” adıyla değerlendirmesini yazara bırakalım. Hani derler ya en iyi ve en etkili isim, sahibinin gönlünde yatandır, onun yaşadıklarıdır.

Kitabın içeriğine derinlemesine girdiğiniz zaman Uçurum'un ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorsunuz. Yokluk yılları, yoksulluk, imkânsızlıklar, diz boyu kahır, sıkıntı…

Öyle ki doktordan, hemşireden, ebeden yoksun, tek katlı, arka kısmında hayvanların barındığı, ön kısmında insanların yaşadığı, iki odalı, küçük pencereli, taş duvarlı, toprak damlı evler, okulu olmayan köyler… Okul olmadığı için Muhtar odasında eğitimin devam etmesi.

 

Uçurum, yaşanan mahalli dilin yer aldığı, şimdilerde bizim yadırgadığımız kelime ve deyimlerle örülü; "”guzum”, sen baban askerde iken "Orta namaz” günü doğdun. Sen doğduğunda "çokcana” gar yağdıydı. Damlarımızın gardan çökeceğini sandıydık. Hem o sene gış, o gadar ağır geçti ki, hayvanlarımıza yiyecek dahi bulamadıydık. Canavarlar bile dağda yiyecek bulamayınca köye indiler. Bizim bir ala geçimiz vardı, onu ve gomşumuzun birkaç goyununu parçalayıverdiler….

……………………..

 

 

İstanbul

 

Sözcüklere sığmazsın, mecalim yok tarife,

Hadanım, yürek sesim ilham olsun arife.

 

Dünyada benzerin yok, adım kadar eminim,

Yemin etsem; "dünyamsın”, boşa gitmez yeminim.

 

Hüzünlü sandallara benziyor süzülüşün,

Terk edilmiş kuğuyu andırı üzülüşün.

 

Gizemli sokakların asırlara münhasır,

Seni anlatmak çok zor, yetmez binlerce asır.

 

Bir yanın Anadolu, diğer yanın huysuz yar,

Senden ayrılan üzgün, kavuşansa bahtiyar.

 

Ne sevdalar yaşandı, surlarının yanında,

Hüsrana yol açmazdın, âşıklar meydanında.

………………………………………

 

Salih, çocukluğunun ilk zamanlarında anasını yemek yemez sanırdı. Zira onu yemek yerken hiç görmemişti. Ev halkı sofraya oturur, ortaya bir tabak içinde konulan tek çeşit yemeğe belki de on kaşık birden girer çıkardı. Kaşıkların çarpıştığı çok görülen bir hadiseydi.

Evin kızları ve gelinleri birinci sofra kalktıktan sonra ikincisinde yemeklerini yeme imkânı bulabilirlerdi.

 

Evin kiler odası kilit altında tutulurdu. Anahtar, kaynanada eğer kaynana yoksa büyük gelinde olurdu. Öyle her istendiğinde günümüzde "atıştırmalık” denilen yiyeceklere ulaşmak mümkün değildi.

 

Kahrımı sırtlayıp taşıyan kadın!

Ne zaman bitecek hüzün, ne zaman?

Cennetle anılır annelik adın,

Ne zaman gülecek yüzün, ne zaman?

 

Uçurum, Salih kurgusuyla devam ediyor. Okunmaya değer bir hikâye. Bizi anlatan, insanımızın hayatını dile getiren yaşanmışlıklar. Gönlüne sağlık kıymetli Tayyar Yıldırım kardeşim. Tayyar Yıldırım'ı şair olarak bilirdik. Ama onda ne cevherler varmış; hikâyede bunu gösteriyor. Yıldırım'ın bu ilk hikâye kitabı. Daha önce yazdığı; "Gönül Sızımın Bam Telleri” şiir. Aslında bu hikâyeyi okuyuncaya kadar Tayyar Yıldırım'ı şiirleriyle tanıdık, şiirleriyle mest olduk. Emekli bir asker olmasının yanında gayretli, işini ciddi yapan, alçak gönüllülüğüyle temayüz etmiş kıymetli bir yazar/ şair ve gönül insanı. Tebrik ediyorum.  


Yazarın Diğer Yazıları