Yürüyen Kur’an Olmak

Yürüyen Kur’an olmak; Kur’anca yaşamak demektir. yani Hz. Peygamberin yaşadığı gibi yaşamak anlaşılır. Zaten; “Müslüman’ım” diyebilmek için mutlaka Kur’anca yaşamaya mecburuz. Kur’an demek Peygamber demektir. Kur’anca yaşamak demek de; Peygamberce yaşamak demektir.
Her Müslüman; çalışmakla ve gayret etmekle peygamber olamaz ancak peygamberce yaşayabilir. Aynı şekilde; bir Mevlana, bir Şems-i Tebrizi, bir Sadreddin Konevi… gibi hayat sürebilir. Bu hususta Mevlana şöyle der;
 “Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Ben, Hakk’ın seçkin peygamberi Muhammed (sav)’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse, ondan da bizarım, o sözü söyleyenden de bizarım.”
Hiç olmazsa Mevlana’yı örnek almakla işe başlayabiliriz.
 İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir ve sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneştir. Onun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve Birliktir. Akıl ve gönülleri kirden ve ikilikten kurtarmış ve temizlemiştir. Hz. Mevlana’nın tasavvufunda varlığın, yaratılışın ve hayatın manası Aşktır. Aşk ise Allah’ın vasıflarındandır. O’ndan başkasına âşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabibi, bencilliğin devası, elemlerin merhemi İlâhî Aşk’tır. Hz. Mevlana’nın kâinatı kucaklayan insan sevgisi ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedî feyze tam mazhar oluşunun tabiî neticesidir.
Ölümü de kötü ve ümitsizlik verici bir şey değil, Yaradan ile birleşme olarak tanımlamıştır. O yüzden Konya’da her 17 Aralık gecesi ‘Şeb-i Arus’ gecesi olarak kutlanır. Çünkü Hz. Mevlana; ölümü sevgiliye kavuşma anı yani düğün gecesi (Şeb-i Arus) olarak kabul etmiştir.
Hz. Mevlana için ölüm, sevgiliye kavuşmaktır. Bir gazelinde ölüm hakkında şöyle der:
“Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma...
Benim için ağlama, yazık, vah vah deme;
Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır,
Cenazemi gördüğün zaman firak, ayrılık deme,
Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır,
Beni toprağa verdikleri zaman, elveda elveda demeye kalkışma,
Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyan gelir mi?
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?”
O bir Hak dostu ve Peygamber aşığıdır. Kendi zamanının en büyük müftüsü, sufi, arif ve âşıklarından birisidir. Hem kendi zamanını hem de kendinden sonraki zamanları derinden etkilemiş ve hala daha da etkilemeye devam etmiştir. Mevlâna, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayan kişidir. Düşünce, tecrübe, birikim ve duygularını, öğrencileri ve çevresi aracılığı ile sonraki nesillere aktarmıştır:
"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır."
‘Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
 Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.’
 ‘Herkes kendi zannınca dost oldu bana, kimse aramadı içimdeki sırları ama’
Hz. Mevlana, hayatı boyunca Kur’an hükümlerinin adabına riayet ederek, Allah’ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş; kendi ilmini, irfanını, benliğini ve tüm varlığını Hz. Muhammed’in varlığında yok etmiş, gerçek takva sahibi bir şahsiyettir. Mevlâna, aziz ve yüce bir üstattır, bir filozoftur. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten bir hal abidesidir. Peygamber’in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir. Onun için, soyut bir Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hakk’ı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.
Büyük bir Hak aşığı olan Mevlana, Aşkın efendisidir ve Aşkta yok olmuştur. Bizzat aşktır. Aşkın ne olduğunu soranlara;
"Benim gibi ol da bil, ister nur olsun, ister karanlık, o olmadıkça, onu tamamıyla bilemezsin." buyurur.
Hayatımızın düzene girmesi, insanca yaşamak için şu kurallara uymak zorundayız:
Alah’ı tanıdığımızı iddia ediyor, fakat ona olan borcumuzu ödemiyoruz. Bu borcu, fakir ve muhtaçlara ihsanda bulunarak ödemeliyiz.
Kur’an-ı Kerim’i okuyoruz fakat hüküm ve kurallarından haberimiz yok. Okuduklarımızı uygulamak gerekli.
Şeytanın, düşmanımız olduğunu iddia ediyor, fakat ona itaat ediyoruz. Onun tekliflerini geri çevirmek durumundayız.
Kendimizi Muhammed (SAV) ümmetinden sayıyor, fakat sünnetini uygulamaya çalışmıyoruz. Laf ile, uygulamadan, “seviyorum” demek yalandır.
Cennete girmek istediğimizi söylüyor, fakat ona girmek için gerekli hiçbir ameli işlemiyoruz.
Ateşten kurtulmak istiyor, fakat günahlarımızı ve kötü amellerimizle kendimizi durmadan ona doğru sürüklüyoruz. “kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ilkesine uymak görevimiz.
Ölümün herkese geldiğini biliyor, fakat ona hiçbir hazırlıkta bulunmuyoruz. Hatta ölümden kaçıyoruz!
Bütün din kardeşlerimizin kusurlarını görüyor, fakat kendi kusurlarımızı görmüyoruz.
Allah’tan  gelen bütün nimetleri şükretmeden yiyor ve kullanıyor, fakat O’na olan minnettarlığımızı bize verdiği nimetlerden muhtaçlara tasadduk ederek göstermiyoruz.
Ölülerimizi, aynı sonun sizin de başınıza geleceğini bile bile, ibret almadan, gömüyoruz.


Yazarın Diğer Yazıları